Hayırda HAYIR Var!
Türkiye ve Ortadoğu’da kaos gerçekliği her geçen gün daha somutluk kazanıyor. Kaos karmaşa, kargaşa demektir. Kaos her türlü seçeneğin pratikleşme zemini bulabileceği ortam demektir. Kaos, aynı zamanda dün dost olanların bugün düşman olabileceği, düşmanların ise dost olabileceği gerçekliği demektir. Kaos çok hızlı bir şekilde siyasal sürecin değişmesi de demektir Doğası gereği değişen hızlı siyasal sürecin her sahaya yansıması olacağı için, Ortadoğu’da her yönüyle bir değişimin yaşanacağı demektir. Özellikle son dönemde Türkiye, Ortadoğu ve dünyadaki olmakta olan hızlı gelişmelere yetişmek mümkün değildir.
TSK’nın El Bab’a girmesi, Mimbiç’e gireceğim demesi, Başika’dan çıkmam, Sincar dağına saldırırım demesi kör politikanın stratejik yapısıdır. Bu işgal istemleri halklara kazandırmaz. kaybettirir. Kaos çıkarmak zarardan başka bir şey getirmez, fidan gibi insanlar ölürler, egemen sınıflar da çıkarını düşünür. Ordu hemen oradan çıkmalıdır. Bereketli topraklar halklarındır. Amed nasıl yalnızca Kürtlerin değilse, orada yaşayan halkların ortak yaşam alanıysa, İstanbul, Adana, İzmir, Trabzon, Rize de sadece bir halkın değildir, içinde yaşayan tüm halkların toprağıdır.
Sermayeye nasıl sınır yoksa, halkların birlikte yaşamları içinde sınır yoktur. Ancak Ortadoğu krizinde çözüm halen uzak bir ihtimal olarak istemlerin ve duyguların ötesine geçemiyor. Bu bir Kürtler için geçerli olmadığı söyleniyor. Nedeni ise yaşanan: “Kürtlerin zamanı” olmasıdır. Unutulmasın ki Kürtlerin zamanı yaşanırken, bunun karşı kutbunda yer alanlar ise bu zamanı durdurmak için Cerablus’a girmişlerdir. Ya da Cerablus’a konulmuşlardır. Unutulmasın ki küresel güçlerin kendi yarattıkları kaosa müdahaleleri çoğu zaman kaosu derinleştiren sonuçlara yol açmaktadır. Suriye’de olup-biten her şey “Kemik kırma hareketi” stratejisi doğrultusunda gelişiyor. Çıkarları neyi gerektiriyorsa öyle davranmakta hiçbir utanma duygusu görmemektedirler. Nedeni ise açıktır, ne de olsa onlar yani bu devletlerarası güçler pragmatistlerdir. “Kemik kırma Hareketi” konseptine göre DAİŞ’i sahaya sürenler Ortadoğu’daki tüm fay hatlarını kırmak için onu bir manivela olarak yeterince etkin kullandılar. Ardından ise bunu gerekçe göstererek müdahale etmelerinin meşruiyetini göstererek bölgeye girmektedirler. Bu gerçeklik temelinde birçok farklı çevre ile ilişki kurabildiler, kurdular da. İstedikleri zaman “müttefik” dedikleri güçleri kaosun en açmaz kıskacına sürüklemekte, istediği zaman birlikte hareket ettiği güçleri karşı karşıya getirmekte, istediği zaman da destek sunarak mevzi kazanmalarına olanak sağlamaktadır. Küresel siyaset ve ilişkilerin tek ölçüsü çıkar olunca ve buna Ortadoğu’nun gerici tüm unsurları eklenince, yapılması gereken tek şey kendi öz gücünü oluşturarak bunun toplumsal örgütlenmesini inşa etmektir. Kürtler de bunu yaptıkları için şimdi Ortadoğu’da ilerleyen bir güç olarak öne çıkmaktadırlar. Dikkat edilirse böyle olan Kürt özgürlük güçlerini durdurmak, kazanımlarını darbeleyebilmek için Cerablus’a girmişlerdir. Rojava Devrimi’nin önünü almak için de her türlü girişime gözü kara girebileceklerini ise bizler söylenenlerden biliyoruz.
Türkiye ulus-devleti sadece Kürt devrimi değil, tüm Ortadoğu devrimi önünde en uğursuz engel olarak durmaktadır. Buna karşı direnç gösteren ve bu blokajı aşmak isteyen Kürtlerin topyekün hedeflenmesi bu nedenle kendileri açısından “Ya istiklal ya ölüm” olmaktadır. ABD’nin Cerablus’un işgaline izin vermesi Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasından duyulan kaygı ve bu yakınlaşmayı önlemeye dönük tavizkar bir hamleydi. Elbette Türkiye’nin de bir oyun planı var ve Cerablus operasyonuyla bunu sahada uygulamak istemektedir. Öncelikle Kobanê’den Afrin’e bir koridor açmak isteyen Kürtlerin önü kesilmek istenmektedir. Azez-Mare hattını tutarak hem uzun süredir arzu ettiği tampon bölgeyi oluşturmak hem de Halep savaşında dengeleri değiştirecek bir koridor açarak Suriye’de büyük oyuna dönme hesapları da yapmaktadır. Bu planın sahada uygulanması hayli zor görünüyor. Zira Türkiye’ye giriş izni verenler onu durdurmayı da rahatlıkla sağlayabilir. Hakeza Rusya, Suriye rejimi, İran ve Hizbullah’la Halep’te kader tayin edecek bir savaş yürütmektedir. Halep’te muhalifleri rahatlatacak bir koridor açma gayretleri Türkiye ile Rusya’yı gerilimli bir karşıtlığa sürükleyecektir. ABD açısından ise durum benzerdir. Türkiye’nin güçlenmesi ve bölgede hakim olma gayretleri ABD ve devletlerarası güçlerin denge politikalarıyla çelişik durmaktadır.
TC’nin “artık savunmada değil taaruzda olacağız” ifadesi yeni konseptin ilanıdır. Bu konsepte göre sonbaharla birlikte –eğer Musul ve Rakka operasyonuna da katılım gösterirlerse ki bu çok kuşkuludur- Rojava’dan Şengal’e, Medya Savunma alanlarından Kuzey’deki tüm kazanımlara karşı tasfiye odaklı kapsamlı askeri harekatlar düzenlenecek. Nitekim bu yönlü istihbaratlar ve enformasyon söz konusudur. Kuzey’de zaten siyasal ve askeri açıdan tasfiye etme planları ve operasyonları başlamış durumda. Rojava’yı hedef alan Cerablus işgaliyle ikinci adım da atıldı. Şengal ve Kerkük’teki kazanımlara yönelik çabalar ise sürmektedir. Sözde Türkmen Cephesinin yaptığı özgürlük hareketi karşıtı açıklamaları bu minvalde görmek gerekir. Ancak TC devletinin yapmak istediklerini sadece hayallerde mümkün olduğunu son süreçlerde yaşanan gerilla eylemleri göstermektedir. Onlarca toplantı, özel ve OHAL uygulamaları hep bununla bağlantılıdır. TC devletinin sömürgeci karakteri her geçen gün doğası gereği daha açık ve çıplak bir biçimde gün yüzüne çıkacağı için bu sömürgeci zihniyete karşı mücadele etmek daha imkan dahilinde olacaktır. Onlarca belediyeye Kayyum adı altında el koyması, birçok siyasetçiye ve farklı resmi-legal kuruma ve kişiye yönelmesi TC sömürgeci devletinin meşruluğunu hiç olmayacak düzeyde toplum ve kamuoyu nezdinde tartışmalık hale getirecektir. Son dönemde AKP Hükümeti tarafından atanan kayyumlar aslında çelişkileri daha da belirgin hale getirmekte yapılan atamalar şimdiye kadar hiç bir işlemi doğru dürüst yapmış değiller. Genelde merkezi AKP politikalarını uygulamaktalar yani AKP’lilere ihale, ekonomik rüşvet, insanlarını, gençlerini işe almak, kayırmak, toplumun huzurunu bozmaktan başka hiçbir iş yapamadılar. HDP’nin elinde olan belediyeleri de bizler çok eleştirdik, ahbap çavuş ilişkileri üzerinden işe almaları hep söyledik, uyardık, ama kayyumdan sonra kazanılan değerler bir bir yok edilmeye başlandı. Aslında AKP döneminde işe alınan işçiler de emekçidirler, onlara karşı çıkmayız ama o emekçiler yönetime karşı çıkmalıdırlar. Asgari ücretle çalışmalar, maaş ödememe, alacaklarını alamamak gibi işlere direniş göstermeleri gerekir. HDP’li belediye başkanları döneminde maaşlar alacaklar mükemmel bir şekilde ödeniyordu, işçi emekçilere yaklaşım gayet iyiydi, bazı yanlış uygulamalardan dolayı halk çekildi ama şimdi halkımız kayyumlara atanan her kimse nefret etmeye başladılar eski kinleri dağılmış partilerini mumla aramaya başladılar, başkanlarını arıyorlar, halk neyin ne olduğunu gayet iyi anladı. Şimdi halkımıza tepeden bakmadan yaklaşmalıyız, kazanmalıyız. Kayyumlar ancak belediyelerin önüne beton duvarlar örerler. Halk daha ilk gününden bunlardan nefret etmeye başladı. Bir daha üsten tepeden bakmalar olmaz herkes özeleştiri verir, halkının kölesi olmaya çalışılmalıdırlar. Halk her zaman haklıdır, haksız olan kendini halktan kopartan tepeden bakan yöneticilerdi, etrafındaki dalkavuk, yalaka takımıydı, inşallah bu yalaka takımını dinlemezler artık .hep birlikte el ele, kol kola, yoldaşça kenetlenelim. Dolmuşlarda seyahat etiğimizde yan yana gelirken merhaba demeliyiz birbirimize, düşmanca değil dostça yaklaşalım, eski defterleri kapatalım açılmamak üzere kapatalım. Kişisel düşünmeyelim, kişiselleştirmeden yaklaşalım olaylara, analizleri duygularımıza kapılmadan yapalım. Gün birlik ve dayanışma günüdür. Ekonomisi çökmüş, turizmi iflas etmiş, yurt dışında dostu olmayan bir ülke olduk. Bizler de bunu iyi değerlendirmek zorundayız, halka, ezilenlere, emekçilere anlatmak durumundayız. Bölmeden, parçalamadan, birleşik mücadelemizin sonunda sosyalist cumhuriyeti kuralım.
Yaşanan gerçeklik bu olduğu için dikkat edilirse AKP Kürdistan’da işbirlikçiliğe daha fazla prim vererek yeniden meşruiyetini sağlamaya çalışmaktadır. Onlarca işbirlikçiye bunca tavizler, bunca maddi değerlerin peşkeş çekilmesi hep bu sıkışmayla ilgilidir. Yine KDP ile ilişkiler bu sıkışmışlık ve zorlanma durumu nedeniyle yoğunluk kazanmış durumdadır. Hâlbuki “Güney’de ortaya çıkan durumu Rojava’da gerçekleşmesine izin vermeyeceğiz” sözleri, Güney’in apaçık reddidir. Sıkışmışlık ve meşruiyet sorunu KDP’ye rağmen aşılamayacaktır. Nitekim böyle olduğu içindir ki, şimdiden AKP ile birleşen ve faşist ittifakın bir parçası haline gelmiş olan CHP’nin Kemalist yapısı adım adım bu politikalarından çark etmeye, yeniden Erdoğan ve AKP ile çelişmeye başlamıştır. HDP, mecliste anayasa değişimi konusunda göstermiş olduğu direnci mücadeleyi çok önceden yapmalıydı, mükemmel mücadele ediyorlar. Durmak yok özgürlükler için yolla devam etmeliler. Özcesi, propaganda ettikleri gibi güçlenen bir AKP ve Erdoğan yoktur, tam aksine her geçen gün devletlerarası sistem içerisinde teşhir ve tecrit olan bir gerçeklikleri söz konusudur. Yapılması gerekli olan bu teşhir ve tecridi Türkiye içerisinde de sol, sosyalist, demokrat, feminist derken ne kadar böyle muhalif çevre varsa hepsini bu Faşist AKP-MHP cephesi karşısında demokrasi hattında bir araya getirerek meşru direnişe çekmek olmalıdır. Demokratik HALK CEPHESİ oluşturma zamanıdır! Referandumda işçiler, emekçiler, aydınlar, herkes ayağa kalkmalıdır. HAYIRDA HAYIR vardır demelidir. Şimdiden ajitasyon ve propagandaya başlamalıdır, herkese gidilmelidir.