Halk Meclisleri Gerçek Demokrasilerdir

Halk Meclisleri Gerçek Demokrasilerdir

Halkın eyleminin olmadığı yerlerde demokrasiler yeşeremez. Çok önemli bir söylem, halkların katılmadığı hiçbir görüş ve ideoloji kazanamaz, kitleler içinde çalışma ortamını bulamaz. Bu yazıyı yazarken İran’da halklar sokağa dökülmüş demokratik taleplerini haykırıyorlardı, gerici sistemin  rejimin karanlık duvarlarını yıkmaya çalışıyorlar, 1979’da halk devrimine öncülük eden TUDEH (KOMÜNİST PARTİ) yine gençliği, kadınları, işçi sınıfını, emekçileri kitlesel eylemliliğe çağırdı, genel grev çağrısı yaptı, çünkü köklü olan TUDEH’e  öncülük yapmak zorunluğu doğdu.

Eski hatalara düşmeden kadrolarını heba etmeden, daha önceden örgütlemiş olduğu halk meclisleri ve işçi meclisleri harekete geçtiği belli oldu. Halk eyleminin olmadığı yerlerde demokrasi olmaz söylemi doğrulandı. Devrim şarkıları tahranda yankılanıyor, bize tarih ne gösterecek hep birlikte göreceğiz.

Demokrasiler halk eylemliliğiyle bağlantılı rejimlerdir. Halkın eyleminin olmadığı yerlerde demokrasiler yeşeremez. Demokrasi derken komünal yapıyı anlamaktayız. Paris Komünü’nü, Ekim Devrimi’ni, günümüzde ise Rojava Devrimi’ni anlamaktayız. Artık klasikleşmiş demokrasi tanımını aşmak zorundayız, günümüz demokrasisinden komün demokrasisini anlamak, halk meclislerini, köylü meclislerini, mahalle meclislerini, kent konseylerini, işçi meclislerini, hatta sokak meclislerini anlamak gerekir. Kooperatifleri örgütlemektir. Halk meclislerinin olmazsa olmazı kooperatiflerdir. Kooperatif geleneği örnekleri konusunda günümüzde her ne kadar İspanya’dan, İsrail’den, bazı latin Amerika ülkelerinden bahsedilse de, asıl kaynağı Sovyet Rusya’dır. Kolhozlar, Sovhozlardır. Aslında özünde halk meclislerinin olduğu, örgütlendiği yerler kooperatiflerdi. Tek bir kişinin onayı, rızası olmadan hiçbir karar alınamazdı. İşte yerel demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesi buydu.

Doğrusu, halk  meclislerinin  esas  amacı kendi demokratik kurumlarını kurmak yönetmek, mevcut devleti demokratikleştirmektir. Böylelikle özgürleşmesine rıza göstermesi ve bunun için sorumlu temsilcilerini kabul etmesi biçiminde formüle edilmelidir.

Kapitalist moderniteyi nasıl üç önemli boyut altında düşünmek mümkünse, benzer bir yaklaşım demokratik modernite için de geçerli olabilir. Kapitalist modernite için temel süreksizlik ve özgün nitelikler olarak düşünülen kapitalist üretim toplumu, endüstri toplumu ve ulus-devlet toplumuna karşılık, demokratik modernitenin ahlaki ve politik toplum, eko-endüstriyel toplum ve demokratik konfederalist toplum boyutları öne çıkar. Her iki sistem açısından ayrıntıda boyutlar çoklaştırılabilir. Fakat ana hatlarıyla tanımlanmaları için bu üçlü boyutlar yeterli bir anlam verebilir.

Toplumsal doğanın üçüncü boyutunu yönetimsel düzeyde demokratik konfederalist sistem biçiminde belirlemek mümkündür. Tüm sakıncalarına rağmen, üçlü boyut öğretici olabilmektedir. Önemli olan boyutların iç içeliğidir. Keyfi olarak biri yerine başka bir şey yerleştirmek belki mümkün olur, ama ortaya çıkan şey demokratik modernite sistemi olmaz, başka şey olur. Kapitalist modernite üçlüsü de iç içedir. Boyutları birbirini gerektirir.

Resmi modernitenin temel devlet formu olan ulus-devletin karşılığını demokratik modernite de demokratik konfederalist sistem oluşturur. Bunu devlet olmayan siyasi yönetim biçimi olarak tanımlamak mümkündür. Sisteme özgünlüğünü veren de bu özelliğidir. Demokratik yönetimleri kesinlikle devletin idari yönetimiyle karıştırmamak gerekir. Devletler idare eder, demokrasiler yönetir. Devletler iktidara dayanır, demokrasiler kolektif rızaya dayanır. Devletlerde atama, demokrasilerde seçim esastır. Devletlerde zorunluluk, demokrasilerde gönüllülük esastır. Benzeri farklılıkları çoğaltmak mümkündür.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, demokratik özerklik talebi derken kesinlikle ayrı devlet kurma, ayrılma, silaha başvurma biçiminde  ele almamak gereklidir Hendek kazma, ve öz savunmayı silaha sarılmak biçiminde değerlendirmek çok büyük hata olur, özerklik, yerel demokrasi veya halk meclisleri bazında değerlendirmek lazımdır, yerel halkın merkezi hükümete bağlı olarak kendi kendini yönetme talebi anlamında  görmek  lazımdır. Şoven koronun “nereden çıktı şimdi bu” çığırtkanlığına rağmen, Kürt halkının yıllardır gündemindeydi ve son birkaç aydır çok daha sıcak bir gündem maddesi oluşturduğu için, Demokratik Özerklik sınırların değişmesini değil, sınırlar içinde halkların kardeşliğini ve birliğinin pekişmesini sağlayacak, böylece Türkiye’de oluşan karşıtlanmayı durdurup Kürt halkı ile Türkiye’nin yeni bir sözleşme ile Türk-Kürt ilişkilerinde yeni bir dönem başlamalıdır, ortak yaşam vurgusu yapılmalıdır. Köy komünleri, kasaba, ilçe, mahalle ve kent meclisleri üzerinde yükselecek bir  komün, halk meclislerine  dayanacak bu sistemin, katılımcı, çoğulcu, demokratik bir işleyişe sahip olması öngörülmelidr. Yazının bu bölümüne kadar özerk bölgelerin bilimsel yöntemini açıkladım. Rojava pratiği önümüzde bir manifesto gibi duruyor. Tüm meclisler kurulmuş kolhoz, sovhoların ruhuna uygun kooperatifler, komünal ekonomiler, tüm halkların temsil edildiği meclisler kurulmuştur. Bu deneyden biraz ders çıkarmak gerek. Özerk bölge yönetimlerinin merkezi hükümetin birtakım görev ve sorumluluklarını devralması, merkezi hükümetin ulusal politikaları ilgilendiren konularda yetki sahibi olması, sağlık, eğitim, sosyal politikalar, yerel ekonominin güçlendirilmesi gibi konularda ise yetki ve karar hakkının yerel meclislere devredilmesi savunulur.  Bunun için dört birim söylenilir, Köy, kasaba, mahalle ve kent meclisleri oluşturulur. Alt koordinasyon kurulları da kurulur. Buna merkezi yapıya bağlı yerel demokrasi denilir. Demokratik yasaların özü budur. Halk bunu ortaya koyacak, temsilcileri aracılığıyla devlete taşıyacak. Bunu tüzüğe, programa yansıtmak bu işle ilgilenenlerin görevidir. Bu temel bir güvencedir. Ne dini, rengi ağır basacak bir parti, ne de milli yanı ağır basacak bir parti olmalıdır; parti demokratik toplumdan yana olacaktır. Özelikle yerel yönetimlerine değinmek gereklidir, çünkü  yerel yönetimler kavramını yerli demokrasi anlamında kullanıyoruz. Yerel demokrasiler yukarıda saydıklarımla çelişirse ya da ters düşerse pratikte hayat bulması mümkün değildir. Her konuda yol gösterici olmak zorunluluğu vardır. Yerel yönetimlere seçilenler halkın tüm istemlerine sıcak bakmaları, o istemlere objektif çözümler bulmaları gerekiyor, savunduğumuz bir düşünceye kendimizin ters düşmemesi gerekiyor, özelikle yaşadığımız bölgede, Mardin’de seçilenlerin tümü atama yoluyla gelen insanlardı. Atama baskıcı devletin, ulus devletin vazgeçilmez kuralıdır. Demokratik devletin ise temel kuralı halkın kendi yöneticilerini kendilerinin seçmesidir. Atamayla gelen halka hesap vermez, seçimle gelen halka hesap vermek zorundadır. Mardin’de yönetimde olan DBP’nin belediye başkanları veya meclis üyelerinin hiç biri halkın seçtiği yöneticiler veya temsilciler değildir. Halkın meydanlara sandıkları kurup buyrun yöneticilerimizi seçelim deme lüksü olmamıştır, hepsi olmamakla beraber, çoğunlu ahbap çavuş ilişki içinde seçilenlerdir, halktan kopuk halka tepeden bakan hesap veren değil, halkı belediyelerden kovan kendi bütçelerini bile halkla beraber yapmayan atanan insanlardır. Bu nedenle kayyumlar atanırken, paradigmanın ruhuna uygun örgütlenme biçimi yaratılmadığı için yani, 20 yıldır iktidar olan bölge partisi belediyeleri köy sokak, mahalle ve kent meclislerini oluşturamadıkları, tek bir kooperatif bile kuramadıları, kendi eğitimsel okullarını açamadıkları, komünal ekonomiyi kuramadıkları için halktan koptular. Bundan dolayı insanlarımız, Ordu’da, Giresun’da, Sakarya’da fındık toplama işinde ırkçı faşist insanlar tarafında saldırıya uğradılar, işçiler emekçiler yollarda can verdiler. Komünal ekonomi kurulmuş olsaydı insanlarımız bir ekmek için ölmezlerdi. Yeni rantçı sınıf yaratıldı, belediyelerimiz emekli olma kapısına dönüştürüldü, kendi çıkarını halkın çıkarı üzerinde görenler oldu, yandaş demek biraz abartılı olur ama ona denk biçimde işe alımlar oldu. Belediyeleri yönetecek idare edecek kadrolar oluşturulamadı, acı da olsa bunları yazmak söylemek zorundayız, Belediyelerimiz ihale verme peşinde koştu, demokratik moderniteden yanayız diyoruz, taşaronlara ihale veriyoruz kapitalist moderniteyi sömürüyü belediyelere soktuk, taşaronlar işçileri alabildiğine çalıştırdılar açık açık sömürdüler. Bunu bir sosyalist, bir devrimci olarak söylemek zorundayız. Kolhoz ve sovhozların ruhuna uygun örgütlenme biçimi yaratamadık, halkın kendi kendini yönetme ilkemiz hayata geçmedi, geçemedi, koltuğa yapışan kalkamadı. Bu satırların yazarı Politika gazetesinin hemen hemen tüm sayılarında yazdı, bu sorunları belirtti, Avrupa ve dünyada uygulanan yerel yönetim biçimlerini araştırdı. Rn önemlisi seçimle gelmek, sandık kurup yöneticilerini seçmektir, özü budur. Ayrıca bu işi bilen, beceren yönetici bulmaktır. Eğitim çok önemlidir. Seçilen belediye başkanı ben herşeyi bilirim mantığını güderse, eğitim yüzü görmemiş birisini imar komisyonuna atarsanız, ekonomiyi bilemeyen birisini kooperatiflerin başına atarsanız olacağı bu olur. Belediyelerimiz Mardin’de ve ilçelerinde uygulamış olduğu yerel demokrasi veya halk meclislerin oluşumunda gerekli özeni gösteremediler, ama hiç mi iyi şey yapılmadı derseniz, yapıldı. Feodalizme denk düşen düşmanlığı kaldırdılar, sportif faaliyetlerde çok başarılı oldular, kadın evlerinde başarılı oldular, toplumsal çalışmalarda başarılı oldular, tiyatroda, kadınların eğitime tabii olunmasında başarılı oldular, aş evleri, çamaşırhaneler, sığınma evlerinde başarılı oldular, folklor çalışmalarında başarılı oldular, taziyelere gitmede, köy ziyaretlerinde başarılı oldular, yani üst yapıda sosyal amaçlı konularda başarılı odular, kadına bakış açısından başarılı oldular, kendi kültürümüzün ve ana dilimizin, kürtçemizin gelişiminde başarılı oldular vs. ama genelde özgür birey, özgür toplum, özgür demokratik devlet konusunda başarılı olamadılar. Eleştiri-özeleştiri devrimci ışıklı yoldur, yolumuzu aydınlatır, yanlışların bir daha tekrarlanmasına müsamaha etmez. Yanlışlarımızı görmezsek, hatalarımızı görmezsek, yeni örgütlenme biçimini yaratamayız, halk meclislerine dayalı komünal yerel yönetimleri inşa edemeyiz. Özgür toplumla özgürleşeceğiz.


Konuyla ilişkili diğer makaleler