Güneş Balçıkla Sıvanmaz!

Güneş Balçıkla Sıvanmaz!

12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası TKP üyesi ve yönetici militanı, son yıllarda Kürt Özgürlük Hareketi yöneticilerinden, BDP ve HDP Kocaeli eski İl Başkanı, Politika Gazetesi Kocaeli Koordinatörü yoldaşımız Mehmet Ali Alçınkaya “terör örgütü üyeliği ve terör propagandası” suçlamalarından ikinci kez tutuklanarak tutsak edilmiştir. İkinci tutsaklığı 4,5 ay sürmüş ve ilk duruşmada “adli gözlem şartı ile” şartlı tahliye edilmiştir. Örnek olması açısından savunmasını yayınlıyoruz. Yoldaşımızla fiili dayanışma duygularımızla…

 

SAVUNMAM

Mehmet Ali ALÇINKAYA

 

 6. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA / KOCAELİ
Dosya No: 2018/369
Özü: İddianameye karşı savunmamdır.

Sayın Başkan, Sayın Üyeler

Savunmama başlamadan önce bir hususa değinmek istiyorum. Bu savunmamı kendi ana dilim olan Kürtçe ile yapmak isterdim ama devletin yüz yıla yakındır uyguladığı asimilasyonist politikalar ve de oto asimilasyondan dolayı anadilime hâkim değilim. Bu durum benim eksikliğim, devletin de ayıbıdır. Bundan dolayı halkımdan özür diliyorum, devletin bu asimilasyonist politikalarını da kınıyorum.

Açıktır ki bu dava herhangi bir dava değildir. Daha çok konjonktürel durumun etkisiyle demokratik eğilimler, hukuki yapılar, sivil toplum örgütleri hedef alınarak muhalefetin sesi kısılmaya, baskı altına alınmaya çalışılıyor.

Bilindiği gibi bir darbe girişimi yaşanmış ve bu girişim “Allah’ın lütfu” şeklinde değerlendirilerek; ülke OHAL-KHK’larla yönetilmektedir.

Üyesi bulunduğum Demokratik Bölgeler Partisi (DBP)’nin Eş Genel Başkanları, yöneticileri hatta sıradan parti üyeleri tutuklanmışlardır. Partili Belediye Eş Başkanlarımız, Belediye Meclisi Üyelerimiz, İl Genel Meclisi Başkan ve üyelerimiz de tutuklanmışlardır. Yerlerine “KAYYUM” atanmıştır.

TBMM’de üçüncü büyük parti olan HDP’nin tüm Milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılmış, içinde HDP Eş Genel Başkanlarının da bulunduğu onlarca kişi ve Milletvekilleri cezaevlerine konulmuş, 12 Milletvekilinin milletvekillikleri düşürülmüştür. Şu anda HDP’nin eski Eş Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Sayın Selahattin Demirtaş, hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulmaktadır. İki kişilik hücresinde, 6 milyon seçmenine, 80 milyon Türkiye halklarına yapmak zorunda bırakılmıştır. Bütün dünya bu duruma şaşmış durumda. Sadece DTK, HDK, DBP, HDP Eş Sözcüleri, Eş Genel Başkanları, yönetici ve üye onbin (10.000) kişi tutuklanıp cezaevlerine konmuşlardır. Aynı zamanda binlerce kişi de denetimli serbestlikle açık cezaevlerine dönüşen bir tutukluluk yaşamaktadır.

Bilim insanları, aydınlar, hukukçular, gazeteci, sendikacı, öğretmen, STÖ mensubu yüzbinlere varan devlet memuru ya uzaklaştırılmış, ya tutuklanmış, ya da ceza tehdidi altındadır.

Gazeteler, dergiler, dernekler, kültür kurumları, STÖ’ler, Radyo-TV kanallarının faaliyetleri ya durdurulmuş veya kapatılmış durumdadır.

Sadece yargı alanında altıbin (6.000) hâkim, savcı veya adliye görevlisi görevinden uzaklaştırılmış ya da tutuklanmıştır. Yargı bağımsızlığı ciddi ölçülerde zarar görmüş, güvenilirliğini kaybetmiştir.

Yaşanan ekonomik krizden işçi, işveren, çiftçi, esnaf, memur, köylü, emekli herkes olumsuz etkilenmektedir.

Dış politikada ise ülke ciddi sarsıntılar geçiriyor. Dünya’da ve Ortadoğu’da güvenilirliğimizi kaybettik. Yalnızlaştık. Ortadoğu’da oluşan yeni dengelerde; Kürt Halkı’nın ve beraber yaşadığı diğer halkların eşitlik, özgürlük ve adalet arayışlarına karşı tutum takındık. Onların bölgede statü arayışlarını engellemek için -savaş dâhil- elimizden gelen her kötülüğü yapıyoruz. Bu durum iç politikada daha fazla baskı, daha çok adaletsizlik getiriyor.

İşte bu dava dosyası böylesi bir süreçte hazırlanmış ve içerisinde tehlikeli duyguları barındıran asılsız ve hukuk dışı iddialarla önünüze getirilmiş bulunmaktadır. Bu nedenle yargılananlar kadar yargılayanların da sorumlulukları daha da artmıştır. Manipülatif etkilerden, algı yönetiminden korunmak gerekmektedir.

Bu kısa girişten sonra kısaca bir noktaya da dikkatinizi çekmek istiyorum. Ben Kürt bir ailenin mensubuyum. Ne var ki herkesin farkında olduğu bir anlaşmazlık olan sorunun çözümsüz bırakılmasından ötürü ana dilimi istediğim gibi kullanamıyorum. Bu ayıp, benim olmaktan çok yüz yıllardır bu dil -Kürtçe- üzerindeki ırkçı, şoven, asimilasyoncu politikaları sürdürenlerindir.

A. USUL YÖNÜNDEN

1. Dosya münderecatından anlaşıldığı üzere iddia makamına ait 2018/4300 soruşturma sayılı iddianame, şahsım yönünden kabul edilmemiş ve iade edilmiştir. Belli ki; bir sanığın cezalandırılması için gerekli olan deliller yönünden, getirilen delillerin şüpheye yer vermeyecek şekilde bir kesinlik içinde olması gerekir. Ayrıca suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da kesin ve açık ispata dayanması gerekir. Keza şüphe varsa lehte kullanılmalıdır.

Oysa görüyoruz ki bu dosyada hiçbir somut delil bulunmamaktadır. İddia makamı bu engeli aşabilmek için takdir marjını oldukça yükselterek “fiiller zinciri”nden bahisle suç konusu edilemeyecek kimi demokratik etkinlikleri suç olarak gösterme çabasına girmiştir. Örneğin; resmi olarak tatil olan 1 Mayıs Uluslararası İşçi Sınıfının Birlik Dayanışma ve Mücadele Günü’ne katılmayı suç konusu yapmaktadır.

2. İddia makamı, olaylar zincirinden söz ediyor ama olay tarihi, olay yeri ile ilgili olarak ne “Soruşturmaya Konu Olay” bölümünde ne de “Hukuki Değerlendirme” bölümünde herhangi bir belirleme yapılmış. Bir başka deyişle -buna göre- anılan olaylarla ilgili vaka kayıtlarının olmadığı da söylenebilir.

Bunca belirsizliğin olduğu bu İddianame’nin tıpkı daha önce olduğu gibi iade edilmesi gerekir diye düşünüyorum.

B. SÜBUT YÖNÜNDEN

1. Suç konusu edilen örgüt ve örgüt üyeliği hakkında.

İddia makamı, 2015-2017 yılları arasında sosyal medyayı kullanarak örgüt talimatları doğrultusunda hareket ettiğimi, örgütün talimatları doğrultusunda “eylem ve faaliyetleri uygulama aşamasına” getirdiğimi, “bu uygulamalarda görev aldığımı” ya da “görev veren konumunda” olduğumu iddia etmektedir. Bu karmaşık ve çapraşık iddialar tamamen gerçek dışı ve uydurmadır. Şöyle ki:

a. Kimden talimat aldığım yönünde hiçbir delil yok ki, üzerinde tartışayım.

b. Talimat aldığım kişi kim? Talimatları sözlü mü? Yazılı mı? Şifreli mi? Şifresiz mi?

c. Talimatı veren kişi nerede? Talimatı ne zaman vermiş? Bunlarla ilgili dosyada en ufak bir belge, bilgi, bulgu var mı? Ben yok biliyorum. O halde bu bir hayali, uydurma iddia olmaz mı?

d. Hangi eylemi ya da faaliyeti uygulama aşamasına getirdiğim konusunda bir açıklık yok. Yani Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun öngördüğü “suçun şüpheye yer vermeyen bir kesinlikte olması” kuralı bu dosyada anlam bulmuş mudur? “Gerçekleşme şekli aydınlanmış” mıdır? Hangi yönden bakarsak bakalım bu dosyada böyle bir vakayı görmemiz mümkün değildir.

e. Ayrıca, eğer iddia doğruysa hiyerarşik anlamda üstümde kim var? Altımda kim var? Yanımda kim var? Madem emir ve talimat veren var, o halde kim? Ya da ben birisine talimat vermişsem, o kim? Eğer sözü edildiği gibi emir ve talimatlarla işleyen bir örgüt varsa ve ben de birilerine emir talimat yağdırıyorsam, onun da benimle yargılanıyor olması gerekmez mi?

f. Tek kişilik bir gizli örgüt nerede görülmüş? Bakınız, tek başına bir dosyada yargılanıyor olmam bile iddia makamının ne kadar haksız iddialara sahip olduğunu gösterir. İddia makamı, yanıma bir-iki kişi koyup, işte bunlar şu birimin yöneticisi veya üyesidir diyebilmeliydi.

Bu noktada iki şey öne çıkıyor. Bunlardan biri, bir gizli örgüt var mı? İkincisi ise bu örgütün üyeleri kimler? Tabii gizli örgüt ile sivil demokratik yasal örgütlerin birbirine karıştırılmaması gerekir. Bu noktada Yargıtay içtihatlarına başvurmakta yarar vardır.

1. Yargıtay, örgüt üyeliği için ne diyor

Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 07.06.2016 tarih ve 2016/927 E, 2016/3874 K sayılı ilamı, gizli örgüt üyeliği suçunun oluşabilmesi için şu tanımlamayı yapmaktadır:

“Örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyeliği temadi eden bir suçtur. Örgüte üye olmak, kişinin rızasıyla örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olmasıdır. Örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ; canlı, girişken, etkin, faili emir ve talimata açık tutan ve hiyerarşik konumunu tesbit eden bağ olup üyeliğin en önemli unsurudur. Sadece örgüte sempati duymak bu suçu oluşturmaz.”

Bu tanımlamaya göre derdest dosyada “hiyerarşik”, “organik bağ”, “emir talimat” ve “konum tesbit eden bağ”dan söz etmek mümkündür. Kaldı ki iddia makamı suç tanımlaması yaparken “silahlı terör örgütüne üyelik”ten söz ediyor. Bu dosyada silah mı var? Şiddete çağrı mı var? Kin ve nefret söylemi mi var?

Yine Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 24.04.2017 tarih ve 2015/3 E, 2017/3 K sayılı ilamı da bu yöndedir. Der ki; organik bağ olacak, hiyerarşik konumu tesbit edilmiş olacak.

“Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark; örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dâhilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.”

Şimdi bu dosyada Yargıtay’ın yaptığı tanıma uygun herhangi bir bilgi, belge, belirti var mıdır?

Eğer kastedilen örgüt DBP ya da HDP ise, bunlar yasalara göre kurulmuş, Program ve Tüzüğü Anayasa ve Yargıtay denetiminden geçmiş yasal demokratik partilerdir. Bu partilerin faaliyetleri elbette olacaktır. Bunlardan biri diğeriyle karıştırılmamalı aralarındaki fark görülebilmelidir.

Diğer yandan; herhangi bir gizli örgüt trafikte kırmızı ışıkta geçilmez derse, aynısını bir sivil siyasal partinin demesi suç olur mu? Bu konuda AYM’nin, AİHM’nin çok sayıda kararı vardır.

Hatta bunlara göre “gizli örgüt mensubu olsalar bile söyledikleri ve yaptıkları demokratik çerçeve içerisinde ise” suç telakki edilemez.

Bakınız; Van Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği bir mahkûmiyet kararını Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin bozma kararı şöyledir:

“Bir kısım il ve ilçelerde Belediye Başkanı veya BDP Yöneticisi olan sanıkların siyasi parti faaliyeti olarak değerlendirilebilecek; basın açıklamaları, Anayasa Referandumu’nu boykot amacıyla miting düzenleme, BDP tarafından düzenlenen İki Dilli Yaşam Yürüyüşü ve Basın Açıklaması, Newroz Bayramı kutlamaları, Kürt Dil Bayramı, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü mitingi, aday tanıtım mitingi, 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle miting, taziye ziyaretleri, Van Festivali adıyla yapılan etkinlik gibi eylemlerin silahlı terör faaliyetleri kapsamında kabul edilerek bu eylemlerin örgüt üyeliği suçundan; suçun unsurları ve cezanın belirlenmesinde hükme esas alınması kanuna aykırı görülmüştür.” (16. Ceza Dairesi 21.03.2017 tarih, 2016/7026 E, 2017/3341 K) Görüldüğü gibi ceza yargılamasının amacı maddi gerçeği ortaya koymaktır. Maddi gerçek de bu kararda görüldüğü gibi sapla samanı birbirine karıştırmamaktır. Aksi düşünce en masumane ve insani Saiklerle yapılmış her etkinliği terörle bağlantılı kılmak olur ki; bu da yasallığı değil keyfiliği temsil eder.

C. Soruşturmaya konu olaylar hakkında, 1 Mayıs İşçi Bayramı kapsamında örgütsel propagandaya dönüştürülen eylem;

İddia makamı, 1 Mayıs Uluslararası İşçi Sınıfının Birlik Dayanışma ve Mücadele Günü’ne katılmayı suça delil olarak sunuyor. Bu, oldukça haksız ve düşündürücü bir suçlamadır. Bildiğim kadarıyla 1 Mayıs’ı yasak sayan -dünyada- hiçbir ülke yoktur. Yasak, Türkiye’de de kaldırıldı ve 1 Mayıs aynı zamanda resmi tatil günü olarak kabul edildi.

- İddianamede, hangi yıl ve gün iddia edilen suça iştirak edildiği de belirtilmiyor. 2015-2017 yıllarının arası olarak ortaya konuyorsa, o halde 2015-2016-2017 yıllarında 1 Mayıs kutlamalarında meydana gelen gerginlik, çatışma, olay vb. var mıdır? Bu konuda vaka kaydı istensin istiyorum.

- İddia edilen eylemde yasak olan yan neresidir? Yani olay çıkmışsa görüntü, tutanak, resim var mıdır?

- Yine bu etkinliğin örgütsel propagandaya dönüştürüldüğüne dair savcının sunacağı ne var?

Açığa çıkmalı.

- Bildiğim kadarıyla Kocaeli ilindeki hiç bir 1 Mayıs olaylı, gergin, çatışmalı geçmemiştir. Tüm 1 Mayıs’lar, barışçıl gösteriler şeklinde, bir karnaval havasında kutlanmıştır. Yani şiddeti çağrıştıracak hiçbir olay yaşanmadığı, yasanın lafzında sözü geçen sıcak ve yakın tehlike de söz konusu değildir. Yargıtay, barışçıl gösterileri suç saymamaktadır.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 2015/1971 E ve 2015/4257 K sayılı ilamı şöyledir:

“Şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde, insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde olması” gerekir tesbitini yaparak;

“Poster taşımak, ifade özgürlüğü çerçevesinde / kapsamında değerlendirmesi” gerektiğini vurguladıktan sonra;

“Miting herhangi bir olay çıkmaksızın sona ermesi kendiliğinden dağılması” suçun unsurlarını taşımadığı düşüncesini taşımaktadır.

AİHM’sinin de bu yönde kararları vardır. Ayrıca 2018 Mayıs ayının son çeyreğinde AYM, gazetelere yansıyan; Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesinin yıldönümünde Eskişehir’de düzenlenen protesto yürüyüşüne katılanlar hakkında Eskişehir Hâkimliğinin verdiği ceza kararını ortadan kaldırmıştır: BARIŞÇIL GÖSTERİYE CEZA KESİLEMEZ.

En yetkili hukuk kurumlarının belirtilen bu kabulü karşısında 1 Mayıs’a katılmayı suç ve suç delili olarak ileri sürmek, hiçbir hukuk normuna sığmaz.

2. Örgütün talimatları doğrultusunda açlık grevleri eylemine katılmak;

- Her şeyden önce bir açlık grevi olmuş mu, olmuş ise nerde? Bu konuda bir açıklık yoktur. Öyle anlaşılıyor ki iddia makamı ya tahmin yürütüyor veya bir takım hilafı hakikat istihbari bilgilere dayanıyor.

- İddia makamı, “açlık grevi eylemleri” suçlamasını yaptığına göre, demek ki bunlar birden fazladır. Öyle ise kanıtlar dosyada var mıdır?

- Açlık grevine katılmak olsa olsa bir protesto eylemi olur ve yukarıda belirttiğim Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararlarına göre fikir özgürlüğü kapsamındadır ve içtihadi kararlar, ne suç ne de suç delili olarak kabul etmemektedir.

- Kaldı ki benim bu tür bir etkinliğe katıldığım yönünde ne bir beyan, ne bir belirti, ne de somut bir gösterge mevcut değildir.

3. Sayın Öcalan’ın yakalanmasını protesto ve tecritin kaldırılması eylemine katılmak.

- Suçlamayı doğrular nitelikte protesto eylemi var mıdır? Bu konuda vaka kaydı istenmelidir.

- Tecritin kaldırılması için bir eylem yapılmışsa nerde ve ne zaman?

- Benim bunlara katıldığıma dair de bir kanıt yoktur.

- Diyelim ki bu eylemler var ve hem protestoya hem de tecritin kaldırılması etkinliğine katılındı. Bu suç mudur? Eğer Türkiye’de yaşıyorsak ve eğer yaşanan gerçekler karşısında bir tepki ortaya koymuşsak bunun zaman ve oluşum koşullarını da göz önüne almak gerekmez mi?

Her şeyden önce Türkiye’de yaşanan sorunlar karşısında biraz hoşgörülü ve tahammüllü olmak gerekir. Şiddete çağrı yapılmadığı müddetçe insanların fikir ve davranışlarında özgür olması hem Anayasa hem AİHM’nde güvence altındadır. Yani hem iç hem de dış hukuk fikri ve düşünceyi kollamaktadır. Söz gelimi AİHM;

- Siyaset için konumu gereği sıradan insanlara oranla da geniş olanaklara sahip olmasından ötürü dava açmaktan kaçınılması gerektiğini

- Siyasetçiye karşı genişletilmiş tahammül yükümlülüğünün bulunduğunu

- Siyasetçinin eleştiri, etkinlik sınırının sıradan insanlara oranla daha geniş olduğunu

ortaya koymakla bir iç hukuk normu da oluşturulmuştur. Bu nedenle elbette devletin görüştüğü, diyalog kapılarını araladığı, çözümde etkili olacağını düşündüğü Sayın Öcalan

gibi bir şahısla ilgili bazı haksız uygulamaları protesto etmek haktır. Yani suç olarak görülmemelidir. Bakınız;

- 1990’da Cumhurbaşkanı Özal’ın elçisi Celal Talabani, çözüm konusunda Öcalan’la görüştü.

- 2009 Oslo’da devletle diyalog kuruldu ve Öcalan’la görüşmeler İmralı’da sürdü.

- 2013 Newroz Diyarbakır’da “Siyaset Konuşsun, Silahlar Sussun” mesajı bütün dünyaya ve milyonları aşan Newroz katılımcılarına bizzat devletin eliyle ulaştırıldı.

- Akil İnsanlar - İmralı Heyeti oluşturuldu ve Öcalan’la her hafta görüşmeler yapıldı. Akil İnsanlar, Cumhurbaşkanı’na raporlar sundu. (4 Nisan 2014)

- 28 Şubat 2015 Dolmabahçe Sarayı’nda Devlet, İktidar, MİT, AKP Temsilcisi, İmralı Heyeti

10 maddelik Mutabakat Metni açıkladı.

Tüm bunlara karşı Öcalan’ın herhangi bir insan olduğu söylenebilir mi? Elbette birileri onun özgürlüğünü, birileri koşullarının iyileştirilmesini isteyecektir. Bunu suç saymak; Türkiye gerçeğini, kendi kendimizi inkâr etmemiz demektir. Bu nedenle bu tür etkinlikler yapılmış olsa bile suç ve suç delili sayılamaz.

4. Karker Kobane (K) Rıfat Horoz ile ilgili düzenlenen anma eylemi;

Doğrusu böyle bir eylem ve etkinliğin yapıldığını bilmiyorum. İfadelerimde belirtmiştim. Ancak böyle anmaya katılmanın neden suç ve suç delili olarak gösterildiğini anlamakta güçlük çekiyorum.

Bunu kısaca açayım.

- Rıfat Horoz Kobani-Kuzey Suriye’de yaşamını yitiren birisi.

- Ölümü Türkiye’ye karşı bir eylem nedeniyle gerçekleşmemiş. O dönem koşullarında kendi iradesiyle IŞİD’e karşı tutumunu ortaya koymak için KOBANİ’ye gitmiştir. Herhangi bir örgüte mensubiyetini de bilmiyorum. Ancak şu biliniyor: Dünyanın birçok yerinden fertler kendi özgür iradeleriyle KOBANİ’ye gitti. Bununla ilgili belgesel filmler yapıldı ve dünya ölçeğinde ödüllere layık görüldü. (Meryem filmi)

- Keza o dönemde Kobani’den Salih Müslim ve Asya Abdullah da geldiler. Türkiye Başbakanı dâhil birçok görüşmeler yaptılar. Şimdi bu yetkilileri kabul eden, görüşen devlet Rıfat Horoz’un anmasına katılmayı suç sayamaz. Suç konusu etmek hiçbir hukuka sığmaz.

- Birçok ünlü bilim adamı da KOBANİ olayı ile İspanya İç Savaşı’nı benzer görmektedir. İspanya İç Savaşı’na dışarıdan 60.000 kişi katıldı. Kobani’de de yüksek sayıda bir katılım var ve bu enternasyonal bir dayanışma örneği olarak gösterilmektedir. 

Bu konuda ünlü “Rollingstone” fikir dergisinde Amerikalı yazar Seth Harp’ın makalesi dayanışmanın boyutunu ortaya koymaktadır. 

- Ayrıca Kobani ile ilgili Türkiye’nin de kimi işbirlikleri içine girdiği de biliniyor. Bazen de dayanışmalar yaşandı. Örneğin Süleyman Şah Türbesi’nin Kobani’ye bağlı sınır köylerinden birisine getirilmesi Kobani’deki güçlerle Türkiye arasındaki bir dayanışmayla mümkün oldu.

Kısaca tüm bunlar yaşanırken Kobani’de “Enternasyonal Dayanışma” gösteren Karadenizli bir vatandaşı (Rıfat Horoz) terörist, anmaya katılanları suçlu ilan etmek gerçeklerle bağdaşmamaktadır.

5. Evimde yapılan aramada el konulan kitaplar da suç ve suç delili sayılmaktadır.

Ben kendi çapımda Dünya ve Ülke sorunlarına karşı duyarlı bir insanım. Çok farklı görüş ve düşünceler ortaya koyan kitap, dergi, broşür, bildiri okuma hakkına sahibim. Bunlardan birer adedin evimde, kitaplığımda bulunması suç değil. (Haklarında toplatma kararı olsa bile) Kitaplığımdaki bu kitapları suç konusu yapmak haksızlıktır.

Keza içeriği ne olursa olsun elde edilen dijital malzeme de suç değildir. Bunların hiçbiri suç kastı güdülerek kullanılmamış, kullanılamaz da. Bu çağda hala kitap, dergi, gazete gibi şeyleri suç ve suç delili saymak çağ dışılıktır. Çünkü gelişen teknik nedeniyle istenilen her kaynağa her koşul ve şart altında ulaşmak mümkündür. Söz gelimi milyonlarca kitap, bilimsel eser, siyasal rapora internet ve dijital ortamda ulaşmak mümkündür. Bir internet kafeye uğrayarak bile bu yapılabilir.

Bu nedenle bunları suç ve suç delili kabul etmek doğru değil. Kaldı ki ben kendimi bilirim, bunların hiçbirisi suç içerikli değil. Dijital malzeme olarak iddia makamının nitelendirdiği malzemeler suç konusu edilemez.

Sonuç olarak;

Demokrasiye inanıyorum. Duyarlılıklarım arasında siyaset de yaparım. İnanıyorum ki siyasetin var oluş nedeni özgürlük, özgürlüğün var oluş nedeni ise bir arada yaşamak iradesini gösterebilmektir.

Sonuç ve istem:

Belirttiğim nedenlerle BERAATİME karar verilmesini arz ve talep ederim.  19.06.2018

2 No.lu F Tipi C.İ.K.
Kandıra/Kocaeli                                                                             

Mehmet Alçınkaya