F. Alman seçimlerinin gösterdiği
Geçen hafta yapılan üç eyalet parlamentosu seçimlerinde açık ırkçı ve giderek faşist karakter kazanan AfD partisinin elde ettiği iki haneli başarılar şaşkın liberalleri ürkütmüşe benziyor. Kimi liberal yorumcu AfD’nin, “fareli köyün kavalcısı” misali, “halkın aklını çeldiğini” yazsa da, biz sermayenin ne dediğine bakalım. Çünkü F. Alman siyasetindeki gelişmeleri en doğru biçimde oradan okumak olanaklı.
F. Alman sermayesinin amiral gemisi FAZ’de yer alan yorumlara baktığımızda, muhafazakâr elitlerin ve sermaye kesimlerinin seçim sonuçlarından hayli memnun olduklarını görebiliriz. Zira mülteci politikasıyla çoğunluk toplumunda yaratılan korkular ve körüklenen refah şovenizmi, burjuva siyasetinde »sosyal devlet« yanlısı kesimler üzerinde toplumsal baskı oluşturulmasına, dolayısıyla demokratik ve sosyal haklara, ücretlere ve çalışma koşullarına yönelik saldırıların derinleştirilmesine neden oluyor.
AfD’nin nasıl bir parti olduğu konusunda şüphe yok. 2017’de yapılacak genel seçimlerde F. Parlamentoya girse dahi, hükümet olma şansı olmayacak. Ama asıl mesele de zaten bu değil. Daha önceki yıllarda olduğu gibi, sağ popülist partilerin elde ettikleri seçim başarıları, her defasında SPD ve Yeşiller gibi, “solda” tanımlanan burjuva partilerinin “hizaya” getirilmelerinin ve F. Alman emperyalizminin çıkarlarının korunmasına hizmet eden çizgiye sokulmalarının bir aracı olarak kullanılmaktadır. Nitekim Alman Sanayiciler Birliği BDI başkanı Ulrich Grillo, “Yeşil-Siyah hükümetin, yani Yeşiller ve CDU’dan oluşacak bir hükümetin »ekonomi için mükemmel” olacağını açıkladı.
Sermaye bir taraftan CDU’nun “sosyaldemokratlaşmasını” eleştirirken, diğer taraftan SPD ve Yeşilleri daha hızlı bir biçimde neoliberal çizgide teslim almaya çalışıyor. AfD’nin korku toplumundan aldığı destek de bunun aracı olarak kullanılıyor.
Bu durumun gerçek sorumlusu ise F. Almanya’daki toplumsal ve siyasî solun gösterdiği basiretsizliktir. Gerek sendikalarda hakim olan, gerekse de F. Parlamentoda temsil edilen reformizm, izlediği uzlaşmacı siyaset ile bu gelişmeyi olanaklı kılıyor ve hızlandırıyor. Sendikalar ve siyasî solun büyük bir kesiminde, gelişmelerden “aptal halkın” sorumlu olduğu algısı yaygın. Faturanın kendisine çıkartılacağını hisseden emekçi kesimlerin sınıfsal çıkarlarını savunmak; yoksulluk sınırına düşme tehlikesinin, ödenebilir konut kıtlığının, işsizliğin ve ücretler üzerindeki baskının gerçek nedenlerini söylemek yerine, AfD’yi seçenleri yargılamak, hatta kimi sol milletvekilinin yaptığı gibi, “mülteci sayılarını” kısıtlamayı talep etmek, pek akıllı bir siyaset değil. Nitekim üç eyalette de Sol Parti seçmenlerinin kitlesel olarak AfD’ye geçmesi bir tesadüf değil. İnsanlar haklı olarak karikatür yerine aslını seçtiler.
Çalışan sınıfların kendi çıkarlarına aykırı olarak, egemen sınıfların partilerine oy vermeleri, bu sınıfların “aptal” veya külliyen “ırkçı” olmalarından değil, aksine çıkarlarını savunan gerçek bir alternatifi göremediklerinden kaynaklanmamaktadır. Sonuç itibariyle F. Alman seçimleri bir kez daha reformist uzlaşmacılığın gerçek alternatif olamayacağını göstermektedir.
(Özgür Gündem 19 Mart 2016)