Devrimci Gelenek Ve Emeğin Geleceği

Devrimci Gelenek Ve Emeğin Geleceği

2020 yılını geride bıraktık. Giden yıl üzerine birçok değerlendirme yapıldı; günlük sıkıntıların üzerine binen ağır küresel salgının da yarattığı kötümser ruh haline karşın geleceğe umutla bakmak gerektiği de sıkça dile getirildi. Umudu büyütmeye ihtiyacımız var; bu doğru, ama nasıl?

Küresel salgın her gün yüzlerce insanımızın canını almaya devam ediyor; bilinmezlik, çaresizlik insanların yaşamını altüst etti. İktidar çareyi yaşlıları, gençleri evlere kapatmada bulduğunu sandı. Milyonlarca emekçiye salgından korunma hakkı tanınmadı. Hayatlarına karşın çalışmaya zorlandılar; İSİG Meclisi 2020 yılı iş cinayetleri raporunda son bir yıl içinde COVID-19 salgınında ölen 724 işçinin isimlerini açıkladı. İşyerleri kapanan, çalışamayan, günlük yaşamını sürdürmek için çalışmaya mecbur olan milyonlarca emekçi sorunlarına, açlığa, işsizliğe, yoksulluğa çare arıyor. Türkiye’de yüz yılı aşkın bir sendikal mücadeleden ve günümüzde gelişmiş, kurumlaşmış sendikal örgütlerden söz edilebilir. Sendikal örgütlenme sol çevrelerinde önemle üzerinde durdukları bir meseledir. Ve elbette önemlidir. Ancak nasıl bir sendika ve nasıl bir sendikal mücadeleye gelmeden; bir çıkış yolu olarak görülen sendikaların durumunu göz önünde bulundurmamız gerekli.

 

Sendikalarda örgütlenmek yeterli mi?

LemanTürkiye’de sendikalar üzerinde ağır bir devlet ve sermaye baskısının olduğu bir sır değil. Buna rağmen emek tarihinin her döneminde, işçi ve emekçi sınıfların mücadeleleri de devam etti. Bugün işçi sınıfının “üretimin toplumsal karakterinden gelen” birliğinin ve gücünün kırıldığı şartlarda, sendikal örgütlenmeye umut bağlamanın maddi zemini ve koşulları yoktur. Devletin ve sermayenin geliştirdiği yöntem ve tedbirlerle işçi sınıfının gücünü ortaya çıkaran örgütlü yapıları parçalanmıştır. Buna geliştirilen ekonomik argümanları; emekçinin borçla, kredi kartıyla rehin alınan geleceği ve ağır bir ideolojik bombardımanı da ekleyebiliriz.

Daha yakın bir zamanda açıklanan asgari ücret sürecine bir göz atalım; beşer kişilik işçi, işveren ve hükümet üyelerinden oluşan Asgari Ücret Komisyonu son toplantısını 2020’nin son günlerinde yaptı. İşçi kesiminin sözcüsü üç işçi konfederasyonu adına Türk-İş idi. Bu üç konfederasyon daha önce bir araya gelmiş ve yoksulluk sınırının altında bir rakamı kabul etmeyeceklerini açıklamışlardı. Hükümet ve işveren oylarıyla kabul edilen ve Türkiye’de ortalama ücret haline gelen; milyonlarca işçinin bir yıl alacağı ücreti belirleyen rakam açıklandığında, işçi kesimi adına Türk-İş televizyon ekranından bu sefalet ücretini kabul etmeyeceklerini açıklamakla yetindi. Aradan daha bir ay geçmeden asgari ücret, zamlarla, pahalılıkla eridi. Bir işi olan emekçiler hayatlarını sürdürme çabası içinde, Türk-İş’in açıklaması unutuldu, gündem değişti ve iktidar yoluna devam ediyor.

 

Devrimci siyaset ne durumda?

Bu somut gerçekler karşısında sol güçlerin, işçi sınıfının siyasetini, mücadelesini, örgütlenmesini ortaya koymadan, öne çıkarmadan sadece sendikalar, sendikal örgütlenmeler üzerinden bir çıkış aramasının da maddi temelleri yoktur. Bu kadar kesin hüküm verecek binlerce örnek sayılabilir. Tarihsel olarak da işçi sınıfının siyasal partilerinin, emeğin kurtuluşu için uygulayacakları bir siyasal program ve eylem hattı olmadan kalıcı bir kazanım elde edilemediği veya kazanılan hakkın korunması için verilen mücadelenin de sonuç vermediği ortada. Komünist, devrimci sol siyasal parti ve örgütlenmelerinin işçi sınıfının ekonomik örgütlenmelerinin yani sendikaların üzerinden politikalarını gerçekleştirmeye çalıştıkları da sık görülen bir uygulama oldu geçmişte; daha doğrusu komünist ve devrimci sol partiler, halklara, onların istediğini değil, “istediğini varsaydığı” ve kendi hazırladığı programları benimsetmeye, anlatmaya çalıştı. Bu konuda pek başarılı oldukları da söylenemez. Tarihte işçilerin, köylülerin, ezilenlerin taleplerini öne çıkaran farklı politikaları önerenler olsa da; bu düşünce ve önermeler çoğu zaman komünistlerin düşünce dünyasından uzak kaldı.

 

Mücadelenin verildiği alan

Bir diğer temel unsur; devlet, siyasi ve iktisadi örgütlenmelere, bunların faaliyetine sınırlarını kendisinin belirlediği alan içinde “izin” verir. Kendisine zarar verme konumuna gelen, güçlenen, emekçinin, halkın teveccühünü kazanan iktisadi, siyasi oluşumlara izin vermemeye çalışır. Bugünlerde katledilişlerinin yüzüncü yılını andığımız Mustafa Suphi ve yoldaşlarının yaptığı cesur girişimden beri Cumhuriyet tarihindeki tüm önemli dönemeçlerde bu refleksi görebiliriz. Burada Türkiye komünist ve sol hareketlerinin Kürt Halkının demokratik siyasal mücadelesine bakışı da önemle üzerinde durulması gereken bir düşünce alanıdır. Tarihte, Türkiye Cumhuriyeti devleti bu iki sorunlu alanı; “emek mücadelesiyle”, “Kürtlerin özgürlük ve ulusal hak mücadelesinin” birbirinden ayrı kulvarlarda yürütülmesi çabasında başarılı oldu. Yakın tarihlerde, ender olarak bir birine yaklaşan durumlara ani ve kesin tepki verdi; Kürtlerin üzerindeki faşizan baskılara karşı ünlü “Doğu Mitinglerini” başlatan Türkiye İşçi Partisi, Kürtlerin taleplerini dile getirdiği için kapatıldı.

 

Emek ve demokrasi güçlerinin birliği

Sol güçler ve devrimci hareketler, Kürtlerin kurduğu partilerin kapatılmasını, temel insan hakları, demokrasi, barış için verdikleri mücadeleleri uzun süre en azından kuşkuyla, çoğunda da ilgi duymadan geçiştirdi. Sadece Kürt halkı için değil “Türkiye’de Kürt sorunu çözülmeden demokrasi olamaz” dedikleri dönemde de beklenen ilgiyi göstermekte tereddüt ettiler. Bugün Kürt halkının geniş ve kararlı desteği ile ve bütün baskılara karşı ayakta duran, mücadele eden Kürt siyasal hareketinin kendi mücadelesinin bir parçası olarak kabul ettiği söylenemez. Türk ve Kürt halklarının, farklı inançların, diğer etnik grupların, farklı program ve önermelere sahip çevrelerin bir arada mücadele vermesiyle kazanılan halk desteğinin önemini ve içeriğini daha derinlemesine irdelemekte yarar var. Emek alanında birbirinden habersiz de olsa yaşanan haksızlıklara isyan eden, binlerce direniş ocağı hâlâ sahip oldukları enerjiyi açığa çıkarabilmiş değiller. Sermaye ve devlet bu potansiyeli görüyor ve saldırıyor.

Peki burjuvazinin bunca önem verdiği ve köşeye sıkıştığında en acımasız katliamlara, kırımlara başvurmaktan çekinmediği bu yapılara biz niye hala mesafeliyiz. Kuşkusuz kazanımlarımızı koruyacağız ve elimizde olanı emeğin haklarının savunulmasına yönlendireceğiz. Burada da yine dönüp tarihe baktığımızda nerede, devletin izin verdiği sınırlar zorlanmışsa ve nerede yasal sınırlar genişletilmeye, değiştirilmeye çalışılmışsa yeni hakların kazanıldığı görülebilir. Bunların ayrıntılarına uzun uzadıya girmenin yeri burası değil ama en önemli argüman sonuçtur; sonuç ortada duruyor; şimdi sorun herkesin söylediği gibi umudu büyütmek; ama nasıl?

 

Sormak istediğim soru  

Bugün asgari ücret, iş, yaşama, örgütlenme hakkı gibi güncel, yakıcı herhangi bir haklı, herkesi kapsayacak bir nedene dayalı olarak üç konfederasyon, ortak karar altına aldıkları şekilde, sözgelimi asgari ücretin, açlık sınırının üstünde olması için işçilere bir çağrı yapsaydı ne olurdu? Üç konfederasyonun örgütlü olduğu yerlerde değil, tüm işyerlerinde çalışanlar, üretimi, ulaşımı durdurur, topluma hayatın emekçilerin sırtında döndüğünü topluma bir defa daha hatırlatırdı. Devlet bu kırılgan ekonomiyi yürütemez, işçinin, yoksulun, emekçinin boğazından, ekmeğinden kestiği parayı bu kadar pervasızca savaşa, israfa, talana harcayamazdı. Emekçiler buna dur derdi. Benim hakkımı ver, yoksa ihkak-ı hak diye bir kanun var bunu ben alırım derdi. Emeğin, alın terinin değeri bir defa daha gündeme gelir, otururdu. Ve neden yapılamadı? Sızlanmakla, boyun eğmekle bir yere varılmıyor. Umutsuzluğa da mahal yok. Hayal kurma ve işe koyulma zamanı.

 

Kurucu, değiştirici olma hakkı

İşe “temsili demokrasinin” göstermelik bütün kurallarını, kurulu tüm yapıların dayandığı bu “sağlam” mekanizmayı sorgulayarak başlanabilir; geçmişte olduğu gibi bu günde tüm kurumsal yapılar, partiler/sendikalar halkı, emekçileri “nesne” olarak görmektedir. Emekçiler iradelerini teslim ettiği temsili kurumların karar ve yönlendirmesiyle; kuşkusuz haklarının, çıkarlarının korunacağına inanarak mücadele vermektedir. Partilerde de, sendikalarda da işçi ve emekçi yığınlar karar vermez; “yukarıda” alınan kararlara uyar/uygular. Temsili demokrasinin nimetlerinden yararlanarak “iktidarda/yönetimde” olanlar da, “çoğunluğun yararına” karar verme hakkını titizlikle korur, elinde tutar. Oysa tarihte, mücadele pratiklerini incelediğimizde; kısmen de olsa üyelerine söz ve karar hakkı tanıyan sendikaların, üyelerine insiyatif tanıyan siyasi hareketlerin bu prensiplere bağlı kaldıkları sürece başarılı sonuçlar aldığı biliniyor. Yani emekçiler “özne”; sözünü söyleyen, karar veren olmalıdır.

Kitlelerin enerjilerini ve aşağıdan yükselen taleplerini yansıtan “kendiliğinden hareketlerin” son dönemlerde oldukça yaygınlık kazandığı bilinmektedir. Bu gelişmelerin umut yarattığı ve yeni eylem ve fikirlerin esin kaynağı olduğu da bir gerçektir. Ancak bütün bu çabaların “yeni bir yaşam” perspektifi, hedefi yoksa sürekli tekrar edilegelenden farkı olmaz. Değiştirici olma, yerine bir şey koyma, alternatif üretme ile örgütlü olma kilit kavramlardır, bunlar üzerinde düşünülmelidir.

Kuruculuk kavramı; nasıl yaşamak istediğimizi hayal etmek ve bu amaca varmak için önümüzdeki en somut sorundan başlayarak bu amaç doğrultusunda politika üretmek, bunu örgütlemek, kurumsal hale getirmek ve bu yolda yürümektir. İşe mikro boyutta “örgütlü yapıların” kurulması ile başlanmalıdır. Bu yapılar da üstten, talimatlarla, kararlarla kurulamaz. Mikro boyut, sınırları görülebilen, ulaşılabilen yaşam alanları; mahalle, köy, sanayi bölgesi ve iş alanlarıdır. Bu birimlerde yaşayan ve ortak hayallerini gerçekleştirmeyi önüne amaç olarak koyan örgütlü insanların kendileriyle birlikte istedikleri, arzu ettikleri yaşamı kurma; değiştirme, dönüştürme iradesini ortaya koymalarıdır.

 

Sözünü söyleyen, karar veren; özne

Bu güne kadar sonuç alınamayan, mücadelenin sürekliliğini sağlayamayan örgüt yapılarından farklı olarak Yeni bir yaşamı inşa etme sürecinde her emekçi “özne”dir, karar vericidir, sözünü söyleyendir. Kurallarını kendilerinin koyduğu yapılarda bir araya gelen ve değiştirici misyon üstlenen her birim kurumsal öznedir. Karar alır, kararını hayata geçirmek için güç biriktirir. Mahalle ile fabrika, fabrikalar arası, bölgesel, ülke çapında koordinasyon kurar. Ortak hedefler belirler, bunların gerçekleşmesi için mücadele eder. “Yeni bir yaşam”dan herkesin farklı bir beklentisi olabilir, herkesin farklı bir hayali olabilir. Ama hiçbir işçinin, emekçinin bugünkü gibi yaşamak istemediği açıktır. Eşitsizlik, adaletsizlik, işsizlik, güvencesizlik, dikkate alınmama, hor görülme, milli gelirden hak ettiği payı alamama, bunun gibi cehennemin sınırında yaşamaya mecbur edilme yerine; alternatif bir yaşamın temellerini döşemeye, inşa etmeye başlamanın önünde hiçbir engel yoktur.

 

Antikapitalist içerik

Bu mücadele aynı zamanda antikapitalist bir içerik taşır. Emek cephesinin söz gelimi, asgari ücretin ne kadar olacağı ya da güvencesiz çalışmaya karşı üzerinde çalışılmış bir programının başarıya ulaşması kapitalizmin emekçiler üzerinde kurduğu hegemonyayı, işleyişi bozan, kapitalizmin dayatmalarına karşı emekçilerin kendi çalışma düzenini kurmaya yönelik ilk adımlardır. Bu sürecin her aşamasında sendikalar, işçi sınıfının ve emekçilerin taban örgütlenmelerinin ürettiği politikaların geliştirilmesi, bilgi akışının sağlanması ve koordinasyonu üzerinde ve yasal temsiliyetin sağlanmasında önemini ve yerini korur. Bu örgütlenmeler, emekçilerin bir araya gelerek bir amaç için, irade ortaya koyarak, mücadele vererek, kendilerinin kuracağı demokratik toplumun temel taşları, nüveleridir. Böyle bir kurucu irade, demokrasiye inananları, aydınları bir fikir, bir amaç, bir hedef etrafında toplayarak, demokratik toplumun temellerini atacaktır. Bu amaçlar için mücadele aynı zamanda komünistlerin, öteki sol politik parti ve hareketlerin programlarını oluşturdukları, yeniden ürettikleri bir süreçtir. Halk desteği temel belirleyici güçtür. Demokrasiyi, geleceği belirleyecek olanlar buna kendileri karar verecektir. Bunu gözeten ve en doğru karar veren öncü güç olmayı hak eder.

Geleceğimizi neden biz ellerimize almıyoruz?


Konuyla ilişkili diğer makaleler