Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan... Başeğmez Bir İsyancı Ruhu...

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan... Başeğmez Bir İsyancı Ruhu...

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Arslan

30 Mart 1972’de Kızıldere’de On’ların (Mahir Çayan, Hüdai Arıkan, Nihat Yılmaz, Ertan Sarıhan, Ahmet Atasoy, Cihan Alptekin, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet Alp ve Ömer Ayna) katli, 6 Mayıs’ta Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un idamı, 31 Mayıs’ta Sinan, Alparslan ve Kadir’in Nurhak’ta öldürülüşü, 18 Mayıs 1973’te İbrahim Kaypakkaya’nın Diyarbakır işkencehanelerinde katledilmesi...

Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un avukatları Halit Çelenk’in eşi Şekibe abla, o dönemin önde gelen devrimci gençlerinin hemen hemen hepsini yakından tanıyordu ve bu gençler için şu belirlemeyi yapıyordu Aydın Çubukçu’nun “Bizim ‘68” kitabındaki tanıklıklarında: “Benim tanıdığım bu çocuklar, ‘68 kuşağının en yiğit, en yürekli, en bilgili ve bilinçli çocuklarıydı. Biliyorsunuz bir kısmını darağaçlarında hallettiler, bir kısmını Nurhak dağlarında, bir kısımını da Kızıldere’de...” Çubukçu’nun “Bizim ‘68” adlı anı-biyografi kitabından alıntıyla devam edelim:

“‘68 dalgasının gençlik hareketinin içinden çıkardığı en nitelikli önderler, aynı zamanda dünya çapındaki o kitlesel dinamizmin, kapitalizmin dünyasına başkaldırırken yaratılan etik değerlerin de en yüksek düzeydeki temsilcileri olarak öldüler. Dayanışma duygusu, dostluk, geleceğe inanç, yeni bir dünya yaratmak için kendine güven duygusu, baş eğmez bir isyancı ruhu taşımak, ama bütün bunları erişilmez bir gururla süslenmiş bir sevinç ve şenlik atmosferini de beraberinde yaratarak taşımak, bu ahlakın temel özellikleriydi. Hepsi, ayrımsız hepsi, hayatlarının son anında bu özelliklerin tümünü tek bir eyleme indirgeme başarısını da gösterdiler. Kimi dağlarda, kimi darağaçlarında, kimi de işkence altında soluk soluğa yarattıkları bu değerlerin savunulması ve bir miras olarak bırakılabilmesi için ne yapılabilecekse en fazlasını yaparak öldüler.

Mahir Çayan ne yazık ki, kendisi hakkında doğrudan tanıklıkların yeterince derlenememesi yüzünden bu çalışma içinde hak ettiği yeri alamadı. Ondan söz etmeksizin, bizim ‘68’imiz anlatılmış olamazdı. Kızıldere’de, “Teslim Olun” çağrılarına karşı, “Biz buraya teslim olmaya değil, ölmeye geldik” diye haykırırken, o, ateşi hiç sönmeyecek bir direniş ruhunu temsil ediyordu.

Mahir, bugünden bakılınca, Deniz’in, Sinan’ın, Hüseyin’in, Yusuf’un ve diğerlerinin taşıdıkları en genel ve ortak özellikleri, şaşırtıcı bir biçimde, onlarla birlikte taşıyan bir önder olarak görünüyor. Çalışkanlığı, bilgisi, hitabet gücü, kavgacılığı, onlarla ortak özellikleriydi. Ama bunların dışında, onlardan ayrılan bir özelliğe daha sahipti: O, diğerlerinden daha çok yazmış, düşüncelerini en geniş biçimde yazılı olarak geriye bırakabilmişti. Bu bakımdan yalnızca İbrahim Kaypakkaya ile kıyaslanabilirdi. Bu yazılardaki çetin polemikçi üslup, onun mücadeleci kimliğinin ve zaptedilmez zekasının en açık kanıtı olarak bugün de özel bir ilgiyle okunabilicek niteliktedir. Teorik ve si- yasi tezleri pek çok kez tartışıldı, eleştirildi.

... İbrahim Kaypakkaya, belirleyici özellikleri bakımından en çok Hüseyin’e benzetilebilir. Ayırt edici özelliği ise, ayrıntılı ve çok iyi işlenmiş planları izleyen ve “parti” kavramını vurgulayan bir çalışma tarzını benimsemiş olmasıydı. Deniz ve arkadaşları, geleneksel parti faaliyetlerini, kendi mücadeleleriyle bağdaştıramıyorlar ve bu kavrama karşı açıkça bir tedirginlik duyuyorlardı. Mahir ise, örgütünün adında parti sözcüğünü, fiili olmaktan çok teorik bir gerekliliğin sonucu olarak kullandığı izlenimi verdi daima. Leninist parti teorisini zamanı geçmiş bir teori olarak gösterdi. Fakat İbrahim, dünya devrimci pratiği içinde örnek aldığı siyasi hareketlerin de etkisiyle, özellikle de “Mao Zedung Düşüncesi”nin şaşmaz bir savunucusu olarak kendisini diğerlerinden ayıran biir çizgi seçtiği için, farklı bir örgütlenme tarzını da temsil etti. Kuşkusuz onun anladığı parti de Leninist parti de- ğildi. Mücadele biçimleri ve genel çizgisi bakımından da, diğerlerinin izlediği yoldan fazlaca farklı olamadı. Fakat onlarla olan öz birliğini, ölüm biçimiyle, diğerlerinin yarattığı büyük mücadele geleneğine, eşsiz bir halka ekleyerek gösterdi.”

(Aydın Çubukçu, Bizim ‘68, Evrensel Basım Yayın 10. Baskı, Sayfa: 262)


Konuyla ilişkili diğer makaleler