CHP’nin İkinci Yüzyıla Çağrısı

CHP’nin İkinci Yüzyıla Çağrısı

CHP'nin 2. Yüzyıla Çağrısı

CHP, 3 Aralık’ta yeni ekonomi kurmaylarıyla “İkinci Yüzyıla Çağrı” projesinin ekonomik vizyonunu açıkladı. Bütün konuşmacılar Göbels’in “büyük bir yalan söyler ve onu yeterince tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır” meşhur sözünü hatırlatırcasına, “temiz enerji”, “temiz üretim”, “temiz fonlar”, “temiz sermaye”, “temiz toplum” laflarını tekrarlayıp durdular.

Bu kadar “temiz” vurgusu CHP’nin talip olduğu misyonunu ortaya koyması bakımından simgesel bir değere sahip. Hem küresel hem de Türkiye olarak içine atıldığımız bu “kirli” sistemden kurtulmak isteyenlere (büyük çoğunuluğunu “AKP gitsin de ne olursa olsuncular”ın oluşturduğu) “temiz” bir sayfa açma vaaz ederek, sistemi kurtarmak.

CHP’nin ekonomi kurmaylarının ideolojik hikayelerini es geçip sonuç konuşması yapan Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarına bakılarak, CHP ne vaad ediyor sorusuna kolayca yanıt vermek mümkün. Kılıçdaroğlu “temiz foncular” ile yani toplamda 5 trilyon 461 milyar dolarlık fon yöneten küresel finans kuruluşları temsilcileriyle iktidarının ilk 3 yılında en az 100 milyar dolarlık doğrudan yatırım yapılması için söz aldığı vaadinde bulundu. Ayrıca Avrupa’nın ve Uzakdoğu’nun emeklilik fonlarından da toplam 225 milyar dolar fon alacağını açıkladı.

Dışa bağımlı bir ülke olarak Türkiye sermayesi, ancak dışarıdan gelecek mali ya da doğrudan yatırım olarak büyük sermaye transferleri ile büyümeyi esas alır. Türkiye’nin ilk 100 yılında da sadece 1929 Büyük Buhran yıllarının küresel ekonomide yarattığı kapanmadan sonra Türk burjuvazisi gerek Osmanlı’dan devraldığı borçları ödemek gerekse de ekonomik büyüme için emperyalist devletlerin kapısını aşındırdı. Türkiye ekonomisinin dışa bağımlı, emperyalist kapitalizmin küresel işbölümüne göre yapılandırılması süreci ise asıl olarak 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ile kurulan ekonomik, askeri ve siyasi bağımlılık ilişkileri çerçevesinde gelişmiştir. Önce Marshall Fonu, sonra İMF ve DB ile yapılan “Stand-by Anlaşmaları” ile Türk burjuvazisi büyürken, emekçi köylülük dalgalar halinde mülksüzleştirilmiş, sanayinin ucuz işgücü ordusuna dahil edilmiştir. Dışa bağımlı büyüme modelleri, yaklaşık 5, 10 ve 20 yıllık periyodlar küçük/kısmı ve büyük ekonomik krizler yaşayarak toplumsal adaletsizliğin, emeğin ve doğanın sömürüsünün derinleştiği bir yıkım yaşamıştır. 1960, 1972, 1980 askeri darbeler, 2000 Hayata Dönüş Operasyonu ile toplumsal muhalefete yapılan darbe, 2015’te 15 Temmuz darbesi girişimini Tek Adamlık Rejimine geçiş fırsatına çevirilerek gerçekleştirilen darbe bütün bu yıkımın siyasi zirveleri olmuştur.

Öncesi bir tarafa AKP döneminde de “Mega Projeler”le dünyadaki mega fonların Türkiye’ye yatırım yapmaları hedeflenmiş ve bunda büyük oranda başarılı olunmuştur. 3. Köprü, 3. Havaalanı, Avrasya Tüneli, Orhangazi ve Çanakkale köprüleri, “duble yol projeleri”, “kentsel dönüşüm projeleri”, İstanbul Finans Merkezi, Galataport ve enerji projeleri kapsamında yapılan devasa barajlar gibi AKP’nin yere göğe sığdıramadığı projeler küresel fonları Türkiye’ye çekmek için geliştirilen “mega projeler”di. İnşaat ve enerji şirketlerine sağlanan devlet garantili fonlar, krediler, kamu kaynaklarının aktarılması süreci böyle işledi. Ve Türkiye ekonomisi durmaksızın büyüdü. AKP bütün bu süreçte sadece “çalmadı”, herkese “çalmasını” öğretti. Girişimcilik ideolojisi, KOSGEB, Kalkınma Ajansları, özel ve kamu bankalarından sağlanan krediler gibi birçok finansal araçla pratik olarak tabana yayıldı. Girişimci olamayan “aliller”e de “sosyal yardım” mekanizmaları ile “Devlet eli” uzatılmış oldu. Ama o “Devlet eli”ne AKP il ve ilçe örgütleri aracılık ederek Parti-Devlet özdeşliği de facto ve de jure olarak yaratıldı. AKP’nin kurduğu bu sistemin krize girmesi de 2008’deki küresel krizle birlikte yabancı sermaye girişinin istenilen düzeyde olmaması ile birlikte ortaya çıktı.

Nitekim CHP’nin akıl hocalarından biri olan ve TÜSİAD gibi sermaye kuruluşları tarafından yıldızı parlatılan Daron Acemoğlu da, Vizyon sunumunda 2006-7’ye kadar her şeyin güzel gittiğini bu tarihten itibaren ekonominin ve demokrasinin bozulmaya başladığını savunarak, “İkinci Yüzyılda” da dışa bağımlı ekonomik modeli sürdürmek kararlılığında olduğunu, bu açıdan AKP’ye akıl verenlerle aynı safta olduğunu göstermiş oldu. Hatırlanacağı gibi, 2000-2001’de Cumhuriyet tarihinin en büyük finansal ve bankacılık krizini yaşanmış, Dünya Bankası Başkan Yardımcılarından Kemal Derviş  ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığına getirilmişti. 2001 Türkiye Ekonomik Krizi esnasında 24 banka batırılmış ya da kelepir fiyatlarla satılmıştır. 2001 krizi öncesinde aslında 1999’da IMF Türkiye için bir program hazırlamıştı. Dönemin Başbakanı enteresan bir açıklama yaparak, cezaevlerinde F Tipi Hücre Sistemine geçiş yapılmadan IMF programının hayata geçilemeyeceğini savunmuştu. Bu açıklama cezaevlerindeki siyasi tutsaklara yapılacak bir operasyonla toplumsal muhalefetin bastırılarak işçi ve emekçilerin IMF programına direniş gösteremez duruma getirilmesi planının bir ifadesi idi. Nitekim Mayıs 2001'de Kemal Derviş'in açıkladığı "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"; IMF ile imzalanmış stand-by düzenlemesi ve Dünya Bankası kredileriyle desteklendi. TBMM'den "Derviş Kanunu" diye adlandırılan, ekonomi ile ilgili kanunlar geçirildi. Bu kanunların çoğu özelleştirmenin teşviki ve rekabetin arttırılması ile ilgiliydi. Güçlü Ekonomiye Geçiş’le birlikte 2001 yılının ilk altı ayında ihracat %13 arttı.

2001 krizinin siyasi faturası ise Ecevit ve diğer partilerin ilk seçimde baraj altında kalması oldu. Ve AKP, “Hayata Dönüş Operasyonu” ile gerçekleştirilen darbe ve Güçlü Ekonomi Programı ile yaratılan ortamda iktidara gelerek ABD’nin “rol model ülkesi”nin başına geçmiş oldu. Büyük Ortadoğu Projesi”nde ABD’nin stratejik ortağı oldu. Daron Acemoğlu’nun “her şey çok güzeldi” dediği bu yıllardır. AKP, “komşularla sıfır sorun”la, Alevi, Kürt, Çingene “açılımları” ile başladı. Ama... Şairin dediği gibi, “güzel başladık aşka, güzel gitmedi başka.”

Bu güzel gidişatı bozulmasının nedenleri ise sadece AKP yöneticilerinin siyasi tercihlerinden de öte daha bölgesel ve küresel gelişmelerdir. Örneğin 2008 küresel krizin yanı sıra “Arap Baharı”, BOP’nin düzene entegre etmek istediği “ılımlı islamcılar”ın hızla radikalleşmesi, IŞİD’in ortaya çıkması gibi bir dizi faktör de bu değişimi koşullamıştır.

Kapitalizmin 2008’de başlayan krizinin tam olarak aşılamadığı söylenebilir. Üç yıl önce patlak veren Covid-19 pandemisinin küresel üretim ve tedarik sisteminde yarattığı sorunlar, küresel ısınmanın sonucu oluşan aşırı iklim olaylarının küresel sistem için yarattığı riskler, kar oranlarının azalması, ABD ve AB ile Rusya ve Çin arasındaki rekabetin şiddetlenmesi ve Pazar kavgalarının sadece gümrük ve vergi uygulamaları ile sürdürülemez boyuta vararak, NATO’nun 2030 Konsepti’nde ifade edildiği gibi açık savaş pozisyonuna evrilmesi ve Ukrayna’da bu savaşın başlatılması, küresel kapitalizmin yaşadığı krizin görünümleri olarak ele almak gerekir. Kuşkusuz bu kriz, stoklarını eritmek, yeni pazarlar üretmek, mevcut pazarlar üzerindeki egemenliklerini derinleştirmek, emekçilerin verimliliiğini arttırmak yani daha derin sömürü olanağı yaratacak teknolojiye dayalı emek rejimleri inşa etmek, aynı zamanda da okyanus madenciliği, nadir elementler madenciliği, yenilenebilir enerji sistemleri, karbon vergileri gibi araçlarla da doğanın sömürüsünü derinleştirecek kapitalizmin teknolojik, hukuki, siyasi “devrimler” yaparak yoluna devam etmesini sağlamayı içeriyor.

CHP’nin İkinci Yüzyıla Çağrı’nın ekonomik boyutunu da tam burası oluşturuyor. Kılıçdaroğlu tarafından açıklanan ‘Türkiye’nin ikinci yüzyılını inşa etme’ projelerinin “beş kolon”una bakıldığında görülen budur. Emeperyalist finans oligarşisinden alınacak fonlarla, krediler ile küresel kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yeni yatırım ve Pazar alanlarının geliştirilmesi sağlanacak. Türk burjuvazisine bu yeni sektörlerde yatırım yaparken her türlü teşvik ve kolaylık sağlanacak. Kılıçdaroğlu’nun “mega projeleri” de şöyle: “Türkiye’yi kapsayacak bir üretim-ticaret-finans ağı kuracağız. 50 ili kapsayan 8 bölgede, özel ekonomi bölgeleri oluşturacağız. Esnek, kendine özel mevzuata tabii, inovasyon odaklı özel ekonomi bölgeleri olacak. Türkiye genelinde bir üretim ve ihracat hareketi başlatacağız. Bahsettiğim modelde limanlar, tersaneler, tarım bölgeleri ve dijital yatırım bölgeleri var.” “Endüstriyel dönüşüm” adı verilen bu “mega projelerin” AKP’nin “mega projeleri”nden kısmen farklı olduğu inkar edilemez. Onlar da inşaat ve enerji alanında mega projeler yapmıştı. Ama CHP inşaata vurgu yapmasa da açıkladığı projelerin de birer inşaat projesi olduğu görülmektedir. AKP de “yenilenebilir enerji” alanında büyük yatırımlar yaptı: Çoruh Nehri üzerine 10 adet baraj yaptı. 10 bin yıllık tarihi olan Hasankeyf’i boğma pahasına Fırat Nehri üzerine Ilısu Barajını yaptı. Yüzlerce “nehir tip hidroelektrik santrali” (HES) yaptı. Aydın’da Muğla’da, İzmir’de, Çanakkale’de, Konya’da rüzgar ve güneş santralleri açtı. Elbette bunlardan daha fazla termik santral ve Akkuyu’da inşaatı devam eden nükleer santral projelerine destek verdi AKP.

CHP, iklim krizini gerekçe göstererek, AKP’den daha fazla yenilenebilir enerji yatırımı yapacağını iddia ediyor. Fakat termik santralleri kapatacak mı, Akkuyu nükleer santral projesini bedeli ne olursa olsun durduracak ve devre dışı bırakacak mı; bu konularda net bir açıklama yok. Paris İklim Anlaşmasına atıf yapıldı ama Paris Anlaşması bunları sağlamaya yönelik bir anlaşma değil. Fakat her halükarda küresel ve kamu kaynakları kullanılarak şirketlere sağlanacak imkanlarla “endüstriyel dönüşüm” sağlanacak. “Teknolojik dönüşümü sağlamak ve üretimi yeşil yapmak. kamunun kaynakları, yani halkın, bizim kaynaklarımız güvenceli ve zenginleştirici istihdam yaratmak için, ekonomiyi dijital olarak dönüştürmek, teknolojiyi var etmek için ve ekonomiyi yeşil bir ekonomi yapmak için kullanılacak.”

CHP’nin açıkladığına göre bu “dönüşüm” sayesinde halkımız “kalıcı zenginliğe” kavuşacak. Acaba bu şirketler karlarını işçilerle mi paylaşacak, Türkiye “enerji depolama, işletme ve dağıtım merkezi” haline getirildiğinde halkımız elektriği ücretsiz mi kullanacak? 200 yıllık kapitalizm tarihinde her biri kendi zamanında büyük teknolojik devrim olan Sanayi 1.0, 2.0 ve 3.0’da şirketler devasa karlar ve zenginlikler sahibi oldu. Bir kaç tane şirketin sahip olduğu zenginliğin onlarca ülkeden daha büyük olduğunu biliyoruz. Ve dünya ekonomisini bu emperyalist kapitalist tekeller tarafından yönetildiiğini biliyoruz. 100 yıldır da Türkiye ekonomisine hakim olan “yerli” kapitalist holdingleri biliyoruz. Acaba bunlar şimdi “endüstriyel dönüşüm” ile kazandıklarını halka mı dağıtacaklar da zenginleşeceğiz? Endüstriyel dönüşümü gerçekleştiren ülkelerde şirketler karlarını halka dağıtıyor da bizim mi haberimiz yok! Mesela Alman işçi sınıfı ya da ABD işçi sınıfı bu yüzden mi Türk işçisinden daha fazla maaş alıyor ve daha fazla sosyal hakkı var?

Elbette ki hayır. Bunu elbette CHP’nin kurmayları da biliyor. Geriye bir tek bugün canımızı en çok yakan işsizlik karşısında istihdam vaatleri kalıyor. Dışardan sağlanacak milyar dolarlarla yapılacak “endüstriyel dönüşüm” ile istihdam sağlanacak. Elbette her yatırım belli bir istihdam yaratır. Çünkü sonuçta artı-değeri üretecek, yatırım sermayesini büyütecek olan işçidir. Fakat mevcut küresel kapitalist ilişkiler ağı içinde bu istihdam da geçici olacaktır. Nitekim bugün dünya teknoloji devleri de binlerce işçiyi sokağa atmaktadır. Hem de “endüstriyel dönüşüme” öncülük eden şirketler. Aralarında Amazon, Meta, Twitter ve Netflix'in de olduğu teknoloji şirketleri artan ekonomik zorluklara karşı çalışanlarını işten çıkarmaya başladı. Bu yıl teknoloji şirketleri 136 bin 539 bin kişinin işine son verdi. Çin’deki “Foxconn Şehri”ndeki Apple gibi teknoloji şirketleri için üretim yapan fabrikalardan işçilerin nasıl kaçtığını izlemişsinizdir. Büyük ihtimalle o kadar rahat koşullara alışık olmadıkları için kaçıyordur işçiler, değil mi?

Ama bizim de teknoloji şirketlerimiz var! Mesela Bayraktar Grubu. İHA ve SİHA alanında dünya piyasasında çokça konuşuldu. AKP’ye AR-GE yatırımı yapmadı diye haksızlık etmiş olmayalım. Sonra Türk burjuvazisinin hayali olan nükleer silah sahibi olma planınında en büyük adımı AKP atmış oldu. Akkuyu Nükleer Santralini inşa etti. Yakında açılışını yapacak! Bunlar büyük teknolojik yatırımlar. Fakat bütün bunların bedeli ne oldu? İşte asıl soru budur. Bütün bunların bedeli daha fazla yoksulluk, daha fazla savaş politikası, daha fazla doğa yıkımı. Her yıl en az ikibin işçinin iş cinayetlerinde, en az 20 bin işçinin de meslek hastalıklarından ölümü oldu. Grev yasakları, köylülere jandarma zülmu, milletvekillerinin cezaevlerine atılması, belediyelere kayyum atanması, ÖSO vb. paramiliter güçlerin beslenmesi, birer çocuk tecavüz-taciz merkezi olan tarikatların, tekkelerin baştacı edilmesi, her gün en az bir kadının katledilmesi...

CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı”sı aslında şirketlere, Türk burjuvazisine, küresel sermaye oligarşisine. Türkiye halklarına ise yine kendi toprağında “paryalık”, göçmenlik, yoksulluk, esaret, yeni ekolojik yıkım dalgası... Türkiye işçi sınıfı ve başta Kürtler olmak üzere, sömürülen, ezilen, yok sayılan, ötekileştirilenler için İkinci Yüzyılda da reva görülen kader aynı.   


Konuyla ilişkili diğer makaleler