Bu Devran Böyle Dönmez

Bu Devran Böyle Dönmez

Klasik bir giriş yaparak başlıklar halinde ülkenin durumunu gözden geçirelim.

İşçi ve emekçiler 1980 askeri faşist devirmesi ve sonrasında oluşturulan neo-liberal sistem sürecinde elde ettikleri kazanımların önemli bir bölümünü yitirdiler. Sosyal haklar hak getire. Asgari ücret hayat pahalılığına yetişemiyor ve açlık ücreti niteliğine dönüştü. Birkaç işte çalışan, güvencesiz çalışmanın gerçek çalışanların sadece yüzde yirmi beşini oluşturan ve onların da oransal olarak sadece yüzde onunun sendikalarda örgütlü olduğu bir son kırk yıl yaşıyoruz.

Ülkenin tüm tarım ve hayvancılık birikimleri yok edildi. Çiftçiler, topraksız ve az topraklı köylüler hiç olmadığı kadar yoksulluk ve çaresizlik içinde yaşıyorlar. Ülkede gelişen inşaat sektörünün hemen hemen tüm çalışanları köyden kente göç eden veya gurbette çalışan yoksul köylülerden oluşuyor.

Yine son kırk yıldır ülkenin doğusu savaş koşullarında yaşıyor. Kürt halkı evlerinden, köylerinden edildi, direnenlerin köyleri yakıldı ve zorla göçe zorlandılar. Onun için batı ve güney metropollerinde doğal olmayan bir nüfus patlaması yaşandı. Kırk yıl içinde metropollerin nüfusları en az artanlar dört, fazla artanlar on katı arttı.

Emekliler açlık sınırında yaşamaya zorlanıyor. Yıllarca işçi ve memur olarak çalışarak emeklilikten sonra yaşamlarının devamını daha rahat bir ortamda geçirmeyi hayal eden emekliler ya ileri yaşlarda güvencesiz işlerde çalışmak zorunda ya da açlıkla yüz yüze bırakılıyor.

Resmi verilere göre işsizlik yüzde onlarda. Gayrı resmi verilere göre on beş yirmilerde. Gerçekte ise yüzde kırkların, ellilerin üstünde. Çünkü güvencesiz çalışanlar hiç bir statiğe dahil edilmemişlerdir ki işsiz kalınca işsizlik istatistiklerinde yer alabilsinler. Kırsal alanda çalışmayanların işsiz kategorisinde de hiç ele alınmadığını yaşayanlar biliyor.

Kadınlar ikinci sınıf vatandaş olmaktan, can güvenlikleri olmayan kategoriye geçtiler. Taciz, şiddet,  tecavüz ve cinayetler hiç bir resmi istatistikte yer almıyor. Artık sadece “eşitlik” istemiyle kadınların özgürleşmesi amacının tarifi mümkün değil.

Gençler geleceklerini şekillendirmekten uzaklar. Ülkede yüzlerce üniversite açıldı ve ticarethane niteliğinde işletiliyor. Bilim ve irfan yuvası olarak adlandırılan eğitim kurumları yok. Ortaöğrenim ve lise düzeyinde özel ticarethaneler devlet okullarını kat ve kat aştı. Var olan devlet liselerinin de büyük çoğunluğu İmam Hatip Liseleri’ne dönüştürüldü. Üniversitelerden mezun olan gençlerin ezici çoğunluğu ya işsizler ordusuna katılıyor, ya da güvencesiz işlerde çalışıyor.

Ormanlar, nehirler, ırmaklar, dereler kazanç uğruna doğa katliamına maruz kalıyor. Yerleşim alanlarının nitelikleri değişiyor. Doğa’daki hayvanların, sürüngenlerin ve böceklerin yaşam ortamları yok ediliyor, bu da doğayı ikinci kez bozuyor. Kısacası yaşam alanları katlediliyor.

Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Sonuç olarak karşımızda bir enkaz görüyoruz. İnsanın ve insan emeğinin hiç bir değerinin olmadığı mezarlık havasında bir toprak parçası…

Hal böyleyken insanlarımız yerli araba, yerli uçak, milli savunma sanayii ve yeni bulunan gaz rezervleri ile oyalanıyor, kandırılıyor. Kısacası hepsi havagazı… Köprülerle, otobanlarla, devasa binalarla insanların gözü boyanmak isteniyor. Normal bir yurttaşın yakınından dahi geçemeyeceği köprüler, otobanlar ve kapılarından dahi giremeyecekleri ürkütücü kule binalar.

Yangınlar ve sel felaketleri sanki doğal magazin olayları gibi ele alınıyor. Takdir-i İlahi söylemleri ile kendi tabanlarını yakınlarında tutmaya çalışıyorlar. Göz boyayarak etkilemeye çalışıyorlar. Ama nereye kadar?

Hukuk artık siyasal kararlar alan bir sindirme mekanizmasına dönüşmüş. Ülkenin üçte birinde savaş koşulları yaşanıyor ve bir savaş sürüyor. Cezaevleri ağzına kadar dolu. Her ay yeni bir cezaevi açılıyor. İnsanlar sokakta ana dillerini konuşmaya korkuyor. Siyasi eleştiri getirenler otobüste, vapurda saldırıya uğruyor. Fanatik ve “fantastik” bir ortam ile karşı karşıyayız. Çünkü varolan göstermelik Meclis de artık tam işlevsiz hale gelmiş. Ülke Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile yönetiliyor.

 

***

 

Böyle bir siyasal ve toplumsal ortamda ülkede, özellikle Meclis’te ve Meclis dışında bir muhalefet olduğundan söz ediliyor. Kimisi Meclis’te olan, CHP, İP, DEVA, GP, SP gibi partiler AKP-MHP-Saray rejimini eleştiriyor gibi gözüküyor. Meclis grup toplatılarında veya basın açıklamalarında, il ziyaretlerinde yağıp gürlüyorlar. Ama iş oylamaya geldiğinde bir dizi konuda Meclis’te lehte oy kullanıyorlar. Gerekçesi de hazır: Devletin bekası ve Milli menfaatler. Bu iki niteleme her şeyi açıklıyor.

Bugün adını saydığımız partiler gerçekten bu rejime son vermek isteseler verebilirler. En azından son vermek istiyormuş gibi davranabilirler. Onu dahi yapmıyorlar. Çünkü Türkiye’de bir Devlet Partisi var ve AKP, MHP ile adlarını sıraladığımız CHP dahil bütün partiler bu Devlet Partisi’nin fraksiyonları gibi çalışıyorlar. Varlık nedenleri bu. Ülkede varolan kapitalist devlet yapısını ayakta tutmak. İşgücü sömrüsünü ve farklı milliyetlerin ve dinlerin ezilmesine devam etmenin koşullarını korumak. Kısacası Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş kodlarına, ayarlarına sahip çıkmak.

Ve asıl önemlisi, giriş bölümünde sıraladığımız sorunlar ile ilgili toplumsal sınıf ve kesimlere mensup insanlar da çoğunlukla bu Devlet Partisi’nin fraksiyonlarını destekliyorlar. Bunun karşısında ise seçimlerde yüzde on beşler oranında oy oranına sahip ve Meclis dışında da çok etkin olan gerçek bir muhalefet var. HDP’de vücut bulan demokratik muhalefet ve onun etki alanı. Gerçekten bu rejime son vermek, hatta onun ötesinde düzeni değiştirmeyi hedefleyen devrimciler, demokratlar, yurtseverler, sosyalistler ve komünistler. Bu güçlerin bileşimi ülkedeki gerçek muhalefeti ifade ediyor. Toplumsal anlamda nesnel olarak ise gerçek muhalafet aslında ezici çoğunlukta, ancak henüz durumun farkında değil. Farkına vardığı zaman bu sorun çözülecektir. Ve bu rejimi ve düzeni bugün onu destekleyenler tarafından ortadan kaldıracaktır. Bilinçli bir şekilde “güle güle” diyeceklerdir. Gidenlerin gülecek halleri kalacak mı, o ayrı bir mesele.

İşçilerin, emekçilerin, köylülerin, işsizlerin, emeklilerin, kadınların, gençlerin, Kürtlerin, Alevilerin, kısacası tüm ezilen ve sömürülen yoksulların saydığımız nedenlerden dolayı ilelebet bu rejimi ve düzeni desteklemeleri mümkün değildir. Kapitalist devletin bu denli yasak, sansür, baskı ve terör uygulamasının nedeni de budur. Faşizme ihtiyaç duymalarının gerekçesi bundan başka bir nedenden değildir. Bunu yapmasalar bir gün ayakta kalamazlar.

Sınıfsal ve toplumsal mücadelenin üzerindeki ölü toprağını kaldırmak, yanlış yönlendirerek destek aldıkları toplumsal kesimleri kendi öz deneyimleri temelinde eğitmek, rejime ve düzene son verecek gücü yaratmak kapitalizmin mezar kazıcısı olan işçi sınıfının politik örgütünün ve günümüzde en aktif devrimci güç durumunda olan Kürt halkının siyasal örgütünün birleşik politik mücadeleyi yönlendirme yetisine bağlıdır. 1980 sonrası yakın tarihimiz ve son on beş yıllık deney, yükseliş ve kimi zaman baskılar karşısında geçici gerilemeleri ama yeniden toparlanıp yükselişi ile bunun mümkün olabileceğini ve her alanda yürütülecek çok yönlü mücadele yoluyla sağlanabileceğini göstermiştir. Yaşamın her alanında, doğada veya şehirde, Mecliste veya yerel yönetimlerde  artık yenilmeyecek ve üstün gelecek bir güce ulaşmak mümkündür. Yeter ki toplumsal gerçekleri görelim, irademizi ortaya koyalım, korkmayalım ve kararlı olalım. Kazanan mazlumlar ve haklılar olacaktır.


Konuyla ilişkili diğer makaleler