Bir Dik Duruşun Hikâyesi Federico Garcia Lorca

Bir Dik Duruşun Hikâyesi Federico Garcia Lorca

Federico Garcia Lorcaİspanyol şair ve tiyatro yazarı Federico Garcia Lorca  5 Haziran 1898 ‘de Granada’nın  Vega  ovasında bulunan Fuente Vaqueros  kasabasında doğdu.  

İçe kapanık bir çocukluk dönemi geçirmesine rağmen, aile yaşam renkliydi. Dedesi tam bir Victor Hugo hayranıydı. Amcalarından biri müzisyendi. Bir diğeri şair. Yaşadığı ortam ve aile onun çalışmalarına yansımıştır. Onun yaşamı organik türden bir yaşamdı. İspanyol Halk balladı, dadısından duyduğu bu şarkılarla büyümüştü. Ve Çingene öyküleri dinlerdi. Kişiliği onların özgürlükçü doğasından da bir şeyler kaparak biçimlenmişti.

Çocukluğu renkliydi. Daha çocukken ailesinin, kendisine aldığı bir kukla tiyatrosu sayesinde, tiyatroyla tanıştı. 19 yaşında kadar müzisyen kimliği ile tanınan Lorca, ailesinin yönlendirmesi sonucu, hukuk ve edebiyat alanlarında eğitim görmüştür. Hukukun yanı sıra, edebiyat, tiyatro, müzik ve resimle ilgilendi. Uğraştı. 1918’de ilk kitabını yayımladı. 1919’da Madrid’e yerleşti. Madrid’de verimli bir kültür ortamı buldu. Madrid’de yüksek öğrenimini yaparken, Juan Romon Jimenez  Salvador Dali, Bunuel  gibi değişik sanat alanlarında ün yapmış, evrenselleşmiş sanatçılarla tanışma fırsatı oldu. 27 Kuşağı  ozanları arasında adı geçen şairlerden biri oldu. Yayımladığı ilk şiir kitabı, büyük ilgi uyandırdı. 1930’ da Amerika’ya çağrıldı. 1933 te Amerika’ya bir kez daha gitti. Ancak bu büyük kıtayı, makineler şehri olarak tanımlardı. Pek sevmezdi. Yine bu yıllar arasında ; Arjantin, Brezilya ve Uruguay’a gitti.

Lorca tüm yaşamını, İspanya halkının özgürlüğüne ve eşitliğine adadı. Yaşamındaki bu itkilerle sanatını ve dünyasındaki tüm var oluşunu icra etmeye çalıştı. Seyyar tiyatro kurdu. Onun şiarı buydu. Herkes için tiyatro. Bir dram yazarı olarak, yeniliklerin peşinde, farklı  tonlarda oyunlar yazdı. Ama ülkesinin kültür ve koşullarını da olduğu gibi yansıttığı, Kanlı Düğün tam bir klasiktir. Diğer ünlü oyunlarında, masalsı, grotesk unsurlar da söz konusudur. “Ayakkabıcının Karısı Don”, “Perlimplin Belisa’yı  Bahçede Sevmesi” böyle unsur içeren oyunları iken, “Beş Yıl Geçer Geçmez” adlı oyunu için sürrealist bir düş tanımı koyulmaktadır.

İspanya Cumhuriyetinin ilanından sonra, Eduardo  Ugarte  ile birlikte gezgin bir tiyatro kurdu. Lorca kırsal kesimdeki halka, klasik İspanyol tiyatrosunu tanıtmak istiyordu. Lorca en önemli eseri “Kanlı Düğün” ü bu dönemde yazmıştır. Kanlı Düğün bilindiği gibi, töresel bir anlatımdır. İspanya’nın gündelik hayatı üstünde özellikle etkisi bulunan üç tema vardır. Tutku, zina ve  kan davası.

O, yaşamını İspanya halkının özgürlüğüne adamış bir sanatçı olarak, tüm var oluşunu ve sanatını toplumcu, halkçı, insancıl noktada şekillendirmiş bir sanatçıdır. Bu uğurda bedeller ağır olsa da böyle yaşamak ve mücadele bir tercihtir. Bu yolda şiirler, oyunlar yazar.  İspanya’nın en uzak köylerine sanatı taşıyan bir seyyah olur. İnsanlık ve onuru için  belki de güzel zengin ve olanaklı olanı terk eder. En azından uzun yıllar sorunsuz, bir yaşamı olabilecekken, 38 yaşında katledişmiş olmayacaktı. Kurşuna dizilerek öldürülmesi onun tercihlerinin ağır bedeliydi. İspanya faşist bir darbeyle sarsılırken, onun yaşamı ve tercih ettikleri, onun adını tüm dünyaya duyurmaya yetmiştir. Dünya devrim tarihi onun adını hiç unutmayacaktır.

İspanya darbesiyle birlikte, Sivil Muhafızların despotizmi İspanya’yı yaşanmaz bir hale getirmiştir. Lorca tüm bu yaşananları dile getirmek adına, “İspanyol Sivil Muhafız Baladı” nı yazar. Ve işte ölüm emir bu yazdıklarından sonra verilir.

Lorca’nın   içinde bulunduğu siyasi ortam, çocukluğunun da çalkantılı geçtiği yıllardan sonra, İspanya 1090 yılında, Fas’a savaş açtı. ”Fas halkı , İspanyol haklının düşmanı değildir.” İşçiler bu sloganlarla greve yürümüşlerdi. İşçiler savaşa karşı çıkmışlardı. Kanlı hafta olarak adlandırılan bir sonuç ile, ülke çapına yayılan grev, acımasızca bastırılmıştı.

İşçi hareketi 1917 ye kadar gücünü toparlayamamıştı. İşçilerin direniş ve birlik anlamında toparlandığı yıllarda Lorca köyüne dönmüştü.

 

Ölümü

Cinayete katılan sivil muhafızlardan biri onun son zamanlarını şöyle anlatır;

“O gün nöbetçiydim. Bu genç adamın kışlaya girdiğini gördüm. Yüzü sapsarıydı. Ama dimdik bir duruşu vardı. Onu görür görmez, korkunç bir dram oynanacağını anladım. Bana onu Fransız  Elçiliğinde bulduklarını söylediler. Binadan çıkması için kandırılmış. Ondan önceki kurbanlar gibi onu da yargılamadılar. Aynı gece bir sivil muhafız postası arasında kışladan götürüldü. Bunu itiraf etmek korkunç bir şey ama, ben de o muhafızların arasındaydım. Otomobiller padul yolunun kenarında durdu. Uğursuz konvoy Granada’nın  on mil ötesine varmıştı. Saat sekizdi. Otomobillerin farları ölüme giden adamı aydınlatıyordu. Posta farların göremeyeceği bir yerde duruyordu.

Garcia Lorca metin, muhteşem bir gururla yürüyordu. Birden durdu. Konuşmak istiyormuş gibi bize döndü. Bu büyük bir şaşkınlık yarattı. Özellikle postaya komutanlık eden,  Teğmen Madina’da.

Ve konuştu. Garcia Lorca metanetle, hiç titremeyen bir sesle konuştu. Sözleri güçlüydü. Aman dilemiyordu.  Her zaman sevdiği özgürlüğü savunan erkekçe sözlerdi. Kendi davası olan halkın davasını böyle korkunç bir barbarlık ve cinayet karşısında, başarılan iyi işleri övdü.

İhtiras ateşiyle söylenen  o sözler, silahlı büyük adamlar üzerinde büyük etki yaptı. Bana beynimin içine giren kuvvetli bir ışık gibi geldi. Şair konuşmaya devam etti. Ama sözlerini bitiremedi. Korkunç, canavarca, caniyane bir şey oldu. Teğmen Medina , iğrenç küfürler savurarak tabancasını çekti ve muhafızları kışkırttı.

Manzara karşısında dehşete düştüm. Tüfeklerinin dipçikleriyle vurarak, ona ateş ederek, (İçimizden bazıları korkudan donup kalmıştı.) Garcia Lorca’ya saldırdılar. Vızıldayan kurşunlar arasında Lorca koşmaya başladı. Yüz yarda kadar ötede yere düştü. İşini bitirmek için arkasından gittiler. Ama Federico Lorca, kanlar içinde yeniden ayağa kalktı ve korkunç bakışlarla adamlara döndü. Adamlar dehşet içinde gerilediler. Bütün sivil muhafızlar koşup otomobillerine bindiler, yalnız teğmen , elinde tabancasıyla orada kaldı.  Garcia Lorca son defa gözlerini kapadı, kanına bulanmış toprağın üstüne yığıldı.

Medina hızla yaklaşarak Federico’nun  gövdesine üç el  tabanca sıktı. “

 

Sivil Muhafız Balladı

“Karadır atları, kapkara / nalları da kapkara demir / Pelerinde pırıldar / mürekkep ve mum lekeleri / ağlamak nerede onlar nerede / hepsinin de kurşundan beyni / yoldan ağrı çıkagelirler / gönülleri cilalı deri / o çılgınlar, o gececiler / boğarlar geçtikleri yeri / zamk karası bir sessizliğe / ve bir dehşete kum incesi…”

Onun yazdığı bu şiir, onun ölüm fermanı oldu. Yaşamdaki tercihleri ve muhalif duruşu onu yıllar sonra döndüğü köyünde bile rahat bırakmadı. Oysa Lorca bunu ummamıştı. “Kimse şairleri vurmaz, ben de şairim” diyordu.  Başına gelebilecekleri yine de sezinlemiş gibi Kurtuba şiirini yazmıştır. Çok hazin, okuyanın muhakkak kalbinde bir burkulma yaratacak bir şiir; “ Kurtuba / uzakta tek başına / ay kocaman at kara / bilirim de yolları / varmam Kurtuba’ya / ovadan geçtim yel geçtim / ay kırmızı at kara / ölüm gözler yolumu / Kurtuba sularında / yola baktım ama yol uzun / canım atım yaman atım / etme eyleme ölüm / varmadan Kurtuba’ya / Kurtuba / uzakta tek başına..”

Yaşarken, Arjantin’de Neruda ile yolları karşılaşmıştı. Paplo Neruda Şili konsolosluğu için Arjantin’deydi. Lorca da oyunu Kanlı Düğün’ü sergilemek için Buenos Aires’teydi.

Aralarında oluşan dostluğu, Lorca’nın ölümünden sonra şöyle anlatır; “Ne mükemmel bir şair! Ondaki kadar yürekliliğe ve dehaya, heyecanlı bir kalp ve duru bir sese bir daha hiç rastlamadım. Federico Garcia Lorca eli açık bir sihirbazdı, bir neşe kaynağı idi. İçinde taşıdığı yaşama sevinci ile, bir yıldız gibi parladı. Saf ve komik, başarılı bir müzisyen, mükemmel bir pandomimci, çekingen ve batıl inançlı, pırıl pırıl ve iyi yürekli. Lorca’da İspanya’nın bir çağını yaşamak mümkündü. Halkçı gelişme çağını. Gelip geçmiş, o İspanya’yı anlatan  biri. Güzel kokular saçan bir yasemin demeti.”

Lorca’nın erkek kardeşi Francisco‘nun kızı yani Lorca’nın yeğeni yıllar sonra; “Lorca’nın öldürülmesi küçük bir şehirde işlenen büyük bir cinayetti, ardından karanlık bir efsane doğdu” demektedir.

Ülkemizde de onun yaşamı, eserleri ve infazı bir yankıdır. Karşılığını bulur.

Turgut Uyar, “ Artık kat iyen biliyoruz; / Halk adına dökülen kan / sapı, gülü, dalı güzelliğinde bir bıçaktır. / Dişlerin arasında. / İspanya’da/ Her yerde …

Kısa ömrünü dolu dolu ve halkçı yaşadı. Tüm ömrü mücadele ile geçen, doğaya, insana bağlılığını hiç koparmamış bir dik duruşun hikayesi oldu. Eserlerinde , doğanın güzelliklerini sık sık dile getirmişti. Yaşadığı memleketin insanını, geleneklerini, düşüncelerini, başarılı bir gözlem ile yansıtmayı başarmıştır. Hayatı boyunca tek gayesi,  halkın dertlerini, duygularını ve ihtiraslarını  sanatı aracılığıyla sergilemek olmuştur.

İyi bir derlemeciydi. Halk şarkılarına, duyguları ve kulağı  ile aşina bir sanatçı idi. Amacı unutulmaya yüz tutan  İspanyol kültürünü, tekrar canlandırmak yaşayan bir kültür haline getirmekti. Ninniler, şiirler, ağıtlar, odlar ya doğrudan doğruya halk şiirinden alınmış, ya da onlara benzeterek kendinden türettiği eserleri vardır. İlk zamanlarındaki şiirleri halkçı edebiyatın türevi gibi görünürken, olgunluk zamanlarında, bu  tarzı hafifletmiş, belli belirsiz bir hale getirmiştir.

Lorca’nın eserleri, evrensel değerler taşıması noktasında, hem içsel duygu düşünce, hem dışa dönük  yöresinin ağıdı, türküsü, balladı idi. Küçük bir yerellikte atılmış bir çığlığın Lorca’nın dilinde evrensel büyütülmüş bir sese dönüşmesi, sanatçının ait olduğu yere dair samimi duruşunu, etkilenişlerini ifade eder.  Çingeneler başkaları için turistik bir değer taşıyabilir. Lorca için, yöre halkının doğal sesi, ezilmişliği, kendine has çığlıklarıydı. Bir müzik olmaktan öte, toplumsal dokunun kendisiydi. Bir boğa güreşçisinin, yani  matadorun hazin öyküsünü, yöresel tınılar eşliğinde duyabilirsiniz. Bıçkın Çingene delikanlılarının bıçaklı dövüşleri, ritim duygusu ve  trajedisi eşliğinde Lorca’nın kaleminde ve dimağındadır. Kan davaları, kıskançlık, ateşli aşklar yani insana dair olan ne varsa. Utangaç ve içe dönük olmasına  karşın, yazdıklarında objektif  olmayı başarmıştır. 

Şiirleri;  temel tutku ise, çoğunlukla somut, tensel, yakıcı, insanın içini titreten, bazen gerçek üstü, bir yapıya sahip imge ve simgelerin sahibiydi Lorca. Aslında yaşamak, sevmek tutunmak isteyen bir çığlıktı    Şiirsel yolculuğunda da kendine has bir özgünlük arayışı vardı. Bir taraftan ultraizm, sürrealizm gibi, onun çağının yenilikçi hareketleri ile ilgilenirken diğer taraftan Çingenelerin mitolojisiyle de ilgilenmişti. Ölüm, cinsellik, bereketin kutsanmasından, doğadaki nesnelere kozmik anlamlar yüklemeye kadar geniş bir dünyadan bakardı Ve acımasız zamanların ortasına atılmış, naif bir gövdede duygu nesnesinden yapılmış bir şair. Bu şair, sonuz lirik bir  duygunun salınışı olarak bizlerde zuhur edecek, Lorca’yı  tekrar gündeme getirmek, kendimizi anlamlandırmanın en asil  yollarından biri olacaktır. Lorca sadece bir duygu yoğunluğu değil, devrimci, atılımcı, insana odaklı bir var oluş olduğundan dolayı, tüm tiyatro tarihinin onuru, insanlığın gururu olmuştur.

Günümüz insanında bu cesaret ve atılımı görmek mümkün mü? Ya da kaç insan onun gibi bir savaşa böyle bir omurga ile dayanırdı? Sistemlerin acımasız çarkları, insanın içindeki insanı da küçülten, onur, haysiyet duygularından azaltan bir süreç olmuştur. Ancak onu yeni tanıyacak nesillere bir şeyler vermek noktasında, şu acımasız dünyadan Bir dik duruşun hikayesinin geçişini dile getirmek elzemdir.

Federico Garcia Lorca Toplu Oyunları

 

Oyunları hakkında

İlk oyunu, Kelebeğin büyüsü, bir çocuk masalından alınmıştır. Masalın adı da;  Küçük siyah hamam böceği’dir. Bir hamam böceği yuvasına düşen bir kelebeğin uçma hevesini anlatır. Bu anlamda belki kendi yaşamsal açmazlarını da imgesel bir dile kavuşturmak istemiş olabilir. Onun yaşamı, tercihleri ve varoluş çığlığı, eşcinselliğinde de saklıydı. Bir diğer oyunu; Dona Sita bekar kalıyor. Ya da Çiçeklerin dili adını verdiği romanında, insanın hayatını gönlünce yaşamasını engelleyen o eski gelenekleri eleştiren bir çalışmasını görürüz.

Yerma. Toplumun baskıcı yanına yine vurgu yapan oyun metinlerinden biridir. Yerma çocuk sahibi olmak ister. Ancak eşi, sadece tatmin yaşamayı tercih ediyordur. Yerma katı ahlak kuralları ile kendini kocasına mahkum etmiş bir kadının hikayesidir. Hikayenin sonunda Yerma kocasını öldürür. Bazen katı kurallar, suçun kaynağıdır.

Bernarda Alba’nın Evi; Despot bir anne Bernarda Alba  eşinin ölümünden sonra kızlarına azap vermeye başlar. Onların dış dünya ile ilişkilerini keser. Bernarda’nın beş kızı vardır. Kızlarından Adele (Adel) annesine baş kaldırır. Ancak oyun da Adele intihar eder. Katı kuralcı anne bu durumu bile gizler.

 

Bir şiiri, 

ÖLÜ ÇOCUĞA GAZEL
 

Her akşam üzeri bir çocuk ölür,
her akşam üzeri Granada’da.
Her akşamüzeri yerleşir de su
dostlarıyla konuşur baş başa.
Yosundan kanatları var ölülerin.
Bulutlu yel ve duru yel yan yana
süzülen iki sülündür kuleler üstünde,
gündüzse yaralı bir oğlan.
Havada kalmazdı tek kırlangıç gölgesi
şarap mağarasında rastlayınca ben sana,
tek bulut kırıntısı kalmazdı yerde
sen ırmakta boğulup gittiğin zaman.
Yuvarladı vadi köpeklerle süsenlerini
bir su devi yıkılınca dağlara.
Gövden, ellerimin mor gölgesinde,
bir soğuk meleğiyle, kıyıda cansız yatan.

Federico Garcia LORCA

 

Yapıtları

İzlenimler ve Görünümler. (1918)
Cante Jondo , şiiri (19219)
Şiirler Kitabı (1921)
Salvador Dali’ye Ode, (1926)
Şarkılar (1927)
Çingene Balladları (1928)
Şair Newyork’ta (1930)
İgnacio Sançez Mejiyas’a Ağıt (1935)
Tamarit Divanı (1936)
Kara sevda soneleri (1936)
İlk şarkılar (1936)

Dilimizde Federico Garcia Lorca;

seçme şiirlerinin çevirileri, Adnan Özer, yön yayıncılık, İstanbul.
Zambak ve Gölge, Kemal Özer çevirileri ile yordam yayınlarından çıkmıştır.
1990 seçilmiş şiirler, Çeviri, Sabri Altıner. Adam yayınları
1996   Cante Jondo  Sabri Altınel  çevirisi ile, Adam yayınlarından.
1996 Federico Garcia Lorca tüm şiirler 4 kitap, çeviri Sait Maden çekirdek yayınları.
1996 “Ne garip Federico adında olmak” çevri, Erdal Alova, Cam yayınları
2006  Federico Garcia Lorca bütün şiirler çeviri Erdoğan Alkan.

Kendisi ile yapılan bir röportajdan:

“Kimi zaman dünyada olan biteni gördüğümde kendi kendime soruyorum. Neden yazıyorum? Ama çalışmak gerek, çalışmak. Çalışmak ve hak edene yardımcı olmak. İnsan kimi zaman gereksiz bir çaba olduğunu düşünse de çalışmak, çünkü baştan sona sefalet ve haksızlıklarla dolu bir dünyada, her sabah uyanır uyanmaz yapılacak iş, çığlık atmak olmalı. Karşı çıkıyorum! Karşı çıkıyorum! Karşı çıkıyorum!”

Ve Lorca’nın kendini dünyaya ifadesi: “Bir sanatçı, özellikle de bir şair her zaman anarşisttir. Başka sesleri dinlemeden önce her zaman kendi benliğinde yükselen üç önemli ses kulak vermelidir. Bütün belirtileriyle ölümün, aşkın ve sanatı sesi.”