Bir Döneme Işık Tutan Tanıklık: “Molotov Anlatıyor”
Viyaçeslav Skriabin, yaygın bilinen adıyla Molotov, 20 yüzyılda gerek Sovyet, gerekse dünya tarihine damgasını vurmuş bir kişiliktir. 1890’da doğan, 16 yaşında Bolşevik Partisi’ne giren, Ekim Devrimi ve İç Savaş’a katılan, Parti içi mücadelelerde Stalin’in yanında yer alan, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yapan, ve Stalin döneminde SSCB’nin en güçlü ve sevilen 2. lideri olmuş bir kişilikten bahsediyoruz.
1957’de, SBKP’nin meşhur 20. Kongresinden sonra Kruşçev tarafından “anti-parti” olmakla suçlanarak görevden alınan ve yönetimden uzaklaştırılan, 1962’de de tüm ömrünü adadığı partisinin üyeliğinden atılan Molotov, sonraki dönemde defalarca üyelik için yeniden başvurmuş ve 1984’de üyeliğe yeniden kabul edilmiştir. 1986’da, tam Ekim Devrimi’nin yıl dönümüne denk gelen 8 Kasım günü yaşama veda eder. Yegane mal varlığı, cenaze masrafları için ayırdığı 500 rubledir.
Sovyet yazar ve şair Feliks Çuyev, 1969’dan 1986’ya kadar 17 yıl boyunca Molotov’la 140 adet görüşme yapar. Yakın dost haline gelen bu iki insan arasındaki görüşmelerde her şeyi, devrim günlerinden Lenin’in kişiliğine, yargılamalardan Sovyet-Alman saldırmazlık paktına, 2. Dünya Savaşı’ndan Soğuk Savaşa kadar yüzyıla damgasını vuran tüm olayları konuşurlar. Yazarın deyimiyle, “Molotov hatıralarını yazsaydı, yazmaktan çekineceği şeyleri benimle bizzat konuştu ve anlattı” Bu açıdan anılar, oldukça başarılı bir sözlü tarih çalışması niteliği taşıyor.
Sovyetler Birliği’nin yıkılması konusunun tüm devrimciler için incelenmesi ve dersler çıkarılması açısından önemini koruyan bir konu olduğu bu günlerde, Molotov’un anıları, o günleri yaşamış bir liderin birinci ağızdan tanıklığı olarak büyük önem taşıyor. Bu anılardan kimi ilginç noktaları tarihsel sırayla aktarmaya çalışalım.
Ekim Devrimi sürecinde Lenin’in “savaşı iç savaşa çevirme” konusunda başlarda Bolşevik Partisi yönetiminde dahi ne kadar yalnız kaldığını, onun tavrını kayıtsız destekleyen az sayıda kadro içinde Molotov’un olduğunu (başka tarihçilerin de doğruladığı bir olgu) öğreniyoruz. Öte yandan yaygın bir efsane olan “sert Stalin – demokrat Lenin” ikileminin saçmalığını, bizzat Lenin’in Stalin’i “yumuşak davranmakla” eleştirdiği, ve oldukça sert uygulamaların savunucusu olduğu durumlardan anlıyoruz.
Molotov’un çizdiği Stalin portresi ise, burjuva propagandanın yarattığı ezberleri alt üst ediyor. “Kindar, kendine karşı çıkanları affetmeyen diktatör” olarak tasvir edilen Stalin’in, Lenin’in vasiyeti açıklandığında kendisi aleyhinde oy kullanan Molotov’u ömrünün sonuna kadar en yakın mücadele ve kader arkadaşı seçmekte tereddüt etmediğini görüyoruz. Öte yandan 1937 yargılamalarında haksız yere hüküm giyen, 1942’de bizzat Stalin’in emriyle Sibirya’dan geri getirilen 2.Dünya Savaşı kahramanı Mareşal Rokosovski’nin, mahkumiyeti esnasında her gün şiddet görmesine rağmen Stalin’e olan saygısını yitirmediğini, onun ölümünden sonra anti-Stalin kampanyaya destek vermesini isteyen Kruşçev’i sert bir biçimde reddettiğini öğreniyoruz. Molotov, kendisine ve Stalin’e dünyadan gelen tüm paha biçilmez hediyeleri devlete ve müzelere bağışladıklarını belirtirken “şimdikiler (Kruşçev ve sonrası yöneticiler) bunları eve götürüyorlar” demeyi ihmal etmez. Çürümenin başlangıcına işaret eden sayısız olgudan biridir bu. Son olarak Stalin öldüğünde onu elbiseleriyle tabuta koymak gerektiğinde ömrü boyunca aynı elbiseyi giyen Stalin’in gömleğinin dirseklerinin aşınarak delindiğini, onu dikmek zorunda kaldıklarını anlatır Molotov.
Aktardığı sayısız konunun her birinin ciddi biçimde incelenmesi gereken Molotov’un tanıklıkları, üzerindeki belirsizlik perdesinin varlığını sürdürdüğü 19. Kongreye, Stalin’in son kongresine işaret eder. Politbüro’daki 6 üyeye red oyu veren Stalin’e rağmen MK onları seçmiştir. Molotov, buna “Stalin’in ilk yenilgisi” der. 20. Kongreden sonra başlayan süreci anlamak için 19. Kongrenin detaylı biçimde incelenmesi önümüzde bir görev olarak durmaktadır.
Hayatını devrime adamış insanların ömürlerinin son döneminde yaşadıkları zorluklar, rejimdeki çöküşün de habercisidir. İşitme sorunu baş gösteren Molotov, çalışmayan Sovyet yapımı kulaklığı yerine Batı malı bir kulaklık almak için başvurduğunda, yetkililer ona “birine rüşvet vererek bu işi halletmesini” söylerler. Aynı yıllarda (70’lerin sonu) 2. Dünya Savaşı’nın efsanevi kahramanı Mareşal Jukov ise, geçim zorluğundan ötürü akordiyonunu satmak zorunda kalmıştır. Çöküş aslında kapıdadır.
İncelenmesi gerek çok sayıda konu içeren, bazı konularda ise olayları sadece tek bir açıdan sunan Molotov’un tanıklıkları, gerçekleri tüm boyutları ile öğrenmesi gereken komünistler ve tüm ilericiler için, SSCB tarihinin anlaşılması ve geleceğe dersler çıkarılması açısından son derece değerli bilgiler içermektedir. Önümüzdeki sayılarda da bu tür eserleri tanıtmaya devam edeceğiz.