Barıştan Yana Umutlar, Ortadoğu’da Yeni Baharlar Beklerken
Ortadoğu denkleminin çözümü, giderek daha karmaşık bir hal almaya başladı. Sona doğru gelindiğinin sanıldığı bir anda, sanki hiç bir yol alınmamış gibi yeniden başlanan noktaya dönme emareleri görülmeye başlandı.
Yap-boz tahtasına dönüşen hareketlenmeler, bölge üzerinde mücadele eden güçlerin paylaşımda paylarına düşeni alma konusunda anlaşamamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Bölgenin eski tarzda yönetilemeyeceği çoktan açığa çıkmış durumdadır. Bu konuda tüm siyasi çevreler hemfikir durumda. Yeni bir düzen kurulurken de mevcut güçler dengeleri kendi lehlerine döndürmek istemektedirler. Kimin ne kadar etkili olacağı bölgedeki güç dengelerinin hareketliliğine bağlanmış durumda. Arap Baharı ile başlayan hareketlilik, Arap kışına dönmek üzere. Tunus ile başlayan gösteriler, sıçradığı diğer ülkelerde de halkın lehine sonuçlar ortaya çıkarmamıştır. Libya kendisine gelememiş, Mısır yeniden askeri egemenlik altına girmiş, Suriye hala durulmamış, Yemen açlık ve kan içinde yok olmakla karşı karşıya kalmış, diğer ülkelerde de durumda bir değişiklik meydana gelmemiştir. Kısacası bölge için son derece önemli olan demokrasi, uzak bir hayal olarak ufukta bir yerde beklemeye devam etmektedir. Halbuki, Arap Baharı bölgeye yeni bir rüzgar estirmiş ve değişikliklerin fitilini ateşlemiştir. Belki de bölgenin kaderini değiştirecek gelişmeleri bağrında taşıyan bu hareketlilik, daha kendi rayına oturmadan yolundan çıkarılmıştır. Libya’nın daha ne olduğu ve nereye savrulacağı belli değil. Eskiden beri devam eden İsrail - Filistin çatışması da hızından bir şey kaybetmemiştir. Arap coğrafyasını yakından etkileyen Kürt sorunu da çözüm beklemektedir. Sorunlar çözülmediği için de mevcut ortam gerildikçe gerilmektedir. Ortadoğu kaderini arayan bir çatışmanın ve karmaşanın içerisindir. Kendisine gelmek için, daha neler yaşaması gerektiği bilinmeyen bir yola girmiş ve bu yolda da gitmeye devam etmektedir.
Stratejik önemi ve sahip olduğu zengin petrol kaynaklarından dolayı bölgemizin üzerinde egemenlik kurma savaşı eskiden beri devam etmektedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan düzen, son yıllarda ortaya çıkan gelişmelerden dolayı çatırdamaya başlamıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler’in ve ABD’nin başını çektikleri blokların kurdukları denge durumu, Sovyetler’in dağılması ile rayından çıkmış ve yerini dengesizliğe bırakmıştır. Bu durumda pastadan daha fazla pay almak isteyen güçler, bu karışık ortamdan yararlanmak için bir mücadele içerisine girmişlerdir. ABD’nin Irak’a müdahalesi ile bölgede dengeler kaymaya başlamış ve Arap Baharı ile de yeni gelişmeler ortaya çıkmıştır. Aslında bölgeye yeni dizayn verme çabaları, Arap Baharı ile beklenmedik bir durumla karşılaşmıştır. Bölge üzerinde mücadele eden uluslararası emperyalist güçler, bu yeni duruma göre tavır geliştirmek zorunda kalmışlardır. Bölgesel bazı güçler de ortaya çıkan bu boşluktan yararlanarak pastadan hiç olmazsa küçük de olsa bir parça koparmak için uluslararası güçler ile birlikte çatışmalı ortama müdahale etmişlerdir. Bu güçler savaşında kimlerin sonunda kazanacağı tam belli olmamıştır. Hatta bir çok kesim bölge için Birinci Dünya Savaşı yıllarına benzer yeni bir Sykes-Picot anlaşmasının gerekliliğinden bahsetmeye başlamışlardır. Dış müdahaleler, Arap Baharı’nın yarattığı demokrasi umutlarını kısmen de olsa bir başka baharda yeşermesi için ertelemeye yol açarken, geriye kalan az bir umut da tümüyle yok edilmek istenmektedir. Bölge halkları bu gelişmeleri örgütlü bir şekilde karşılayamamış ve bundan dolayı oluşan elverişli koşullardan da yeterli bir şekilde yararlanamamışlardır. Bölge halklarının istekleri, milliyetçi ve faşist saldırganlıkların gürültüsünde boğulmaya çalışılmaktadır.
Bölgemizin değişmeyen kaderi yeni oyunların kuruculuğunda devam ettirilmek istenmektedir. ABD, Irak’a müdahale ederek bölgede kendi çıkarları doğrultusunda gelişmelerin devamını garanti altına almaya çalıştı, fakat Irak’a müdahale sorunların ağırlaşmasına, bölgeye diğer aktörlerinde girmesine yol açmıştır. Rusya ve Çin ilk dönemdeki suskunluklarını atlatmış, daha aktif olmaya başlamışlardır. Bölgedeki bazı güçler de fırsatları kaçırmamak için oyuna ortak olmuşlardır. Kimi zaman birlikte, kimi zaman da birbirlerinin karşısında yer alarak kendi güçleri ölçüsünde oyunun içinde yer almaktadırlar. Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Mısır ve bunların etrafında yeralan diğer bazı ülkeler sorunların daha karmaşık bir hal almasına yol açmışlardır. Sorunların çözümsüzlüğü bu gerici yönetimlerin ömürlerini uzatmanın bir yolu olarak da görülmektedir. Suların durulmaması, bu gerici-faşist rejimlerin ömürlerini uzatmanın da bir dayanak noktası olmaktadır. Kitleler dış düşman tehdidi ile egemenlik altında tutulmaya devam edilmektedirler.
Yeni Dengelere Doğru
Irak müdahalesi bölgede yeni dengelerin oluşması için önemli fırsatlar doğurdu. Irak’da süregelen mezhepsel ve ulusal ayrılıklar, Saddam’ın yıkılmasından sonra atılan adımlar ile çözüme kavuşma umudunu da canlandırdı. Fakat dış müdahaleler ve içerde ayrılıkları gidermede gösterilen isteksizlik Irak’ı neredeyse geçmişini arar duruma getirmiştir. Halbuki Saddam sonrasında ayrılıkları gideren ve özgürlüklerin yerleştiği adımlar atılmış olsaydı, Irak bölgemiz için barış içinde yaşamanın bir örneği olarak, başlangıç adımı olabilirdi. Bu fırsatın kaçırılmasında Arap ve Kürt güçlerinin sorumluluğunu da gözardı etmemek gerekmektedir. Bunların dış müdahalelere açık politikaları ve kısa vadeli sonuç almaya endekslenmiş yaklaşımları, Irak’ın ve Güney Kürdistan’ın önüne gelen bu fırsatın kullanılmasını engellemiştir.
Irak’ın istikrarsızlığı, yıllardır çözülemeyen Kürt ve Filistin sorunlarına eklenmesi bölgede yeni dengelerin doğmasını da beraberinde getirmiştir. Mevcut sorunların birbirlerini etkilediklerini görmekteyiz. Bir zincirin halkaları gibi birbirlerine bağlanmış ve birbirlerini etkiler hale gelmişlerdir. Bu bakımdan sadece bazı halkalara bakarak mevcut sorunların anlaşılması mümkün olmamaktadır. Bölge eskisi gibi yönetilemediği gibi ülkeler de eskisi gibi yönetilememektedirler. Bu krizden bölgemize demokrasi ve özgürlüklerin çıkmasını beklemek halkların ortak mücadelesi ile mümkün olacaktır. Bunun önüne geçmek için milliyetçilik ve mezhepçilik körüklenmektedir.
Kimine göre bölgemizde Üçüncü Dünya Savaşı yaşanmaktadır. Bölgemizdeki savaşa uluslararası güçler de bir şekilde dolaylı ya da dolaysız katılmaktadırlar. Dünyanın başka yerlerinde de savaş ve çatışmalar sürmektedir. Aslında dünyamız kendi ekseninde dönerken kendi üzerinde de bir eksen kayması yaşamaktadır. Bir çok sorun çözüm beklemekte ve bunlara yenileri de eklenmektedir. Milliyetçi ve sağcı politikacıların ‘önce ben’ söylemleriyle kitleleri diğer halklara düşmanlaştırtmaları, yeni sorunları beraberinde getirmektedir. Bugün dünya üzerinde sorunsuz bölge kalmamış gibidir. Bu durum, emperyalistler ve bölgedeki işbirlikçileri için eskisi gibi yönetememe anlamına gelmektedir. Bunun kendisini can alıcı bir şekilde gösterdiği alan Ortadoğu’dur.
Bölgemizin sorunları bilinmektedir. Yıllardır süregelen çatışmalı sorunlar çözüme kavuşturulmadığı gibi Arap Baharı ile bölge de ortaya çıkan yeni dengeler, bunlara yenilerini eklemiştir. Bölgede öteden beri emperyalist güçlere dayanarak varolabilen rejimler, bölgemizdeki gelişmeleri kendi varlıklarını devam ettirmenin bir aracı olarak kullanmaya çalışmaktadırlar. Eski günlerinden kalma ve tarihe malolmuş imparatorluk hayalleri içerisinde olan TC ve İran bölgedeki bu yeni durumu fırsata çevirmek isteyen bölge gericiliğinin en başını çekmektedirler. Bölgemizdeki her gelişmenin içerisine girmekteler. Bölge üzerinde söz sahibi olmaya çalışmaktadırlar. ABD’nin başını çektiği Batı Bloğu ve Rusya arasındaki dengelerden yararlanarak söz sahibi olmaya çalışmaktadırlar. Bu daha ne kadar sürdürülebilinir bir politika olur. Bunun da bölgemizdeki sorunların çözümü ile çok yakın bir bağı vardır. Her iki rejim de mezhepsel, dinsel ve ulusal ayrılıkları körükleyerek bölgedeki çatışmalarda kendilerine yer bulmaya çalışıyorlar.
Suriye’de Çözüm Bölge İçin Önemli
Suriye meselesine ayrı bir parantez açmak gerekmektedir. Bugün Suriye bölgenin yeniden dizayn edilmesi için önemli bir anahtar konumu görmektedir. Neden bu kadar önemli olmaya başladı? Suriye, ulusal ve mezhepsel ayrılıkların giderilmesinde bir örnek teşkil edebilir. Suriye üzerinden bölgenin çeşitli sorunları da çatışmaların bir parçası durumuna gelmiştir. Bölgemizdeki gerici devletler ile uluslararası emperyalist güçlerin Suriye üzerindeki çıkar kavgaları, salt burayla sınırlı olmaması da bu nedenledir. DAİŞ çetelerinin çok dar bir alana sıkıştırılarak askeri olarak yenilgiye uğratılmaları, Suriye’de çözümün yaklaştığına işaret olarak görülmeye başlandı. Esad’sız bir Suriye hedefini çoktan terk etmiş olan Batılı koalisyon güçleri, Rusya ile Suriye’ye yeni bir dizayn verme konusunda anlaşmaya çalışırken, ABD ve TC’den yeni adımlar geldi.
İdlib’de kendisinin de terör örgütü olarak nitelediği, cihatcı eski El-Kaideci, Tahrir el Şam yapılanmasını kendisi için bir tehdit olarak görmeyen TC, Rojava’ya saldırıyı tekrardan gündeme getirmiştir. Baştan beri desteklediği, arkasında yer aldığı ve hangi isim altında olurlarsa olsunlar, organize ettiği bu çeteler vasıtasıyla Efrin’de yaptığına benzer bir saldırıyı bu kez de Fırat’ın doğusuna, Rojava Kürdistan’ına yönelik gerçekleştirmek istemektedir. Böylelikle Suriye’de kendisine yeni fırsatlar yaratmak istemekte ve Kürtlerin burada bir statü kazanmalarını engellemek istemektedirler. AKP-MHP faşizmi varlığını sürdürebilmek ve iç kamuoyunu yeni oyunlarla kendi yörüngesinde tutabilmek için bu tür saldırganlıklar geliştirmektedir. Kendileri için var olmanın yolunu içerde ve dışarda saldırganlığı artırmak olarak görmektedirler. Batağın içerisine düştükçe kendilerini yeni bataklara sürüklemektedirler.Varolma ya da kendi deyimleriyle beka sorunu olarak gördükleri iç ve dış gelişmeler karşısında, yeni maceralar aramaları, durduklarında iktidar koltuğunu kaybedeceklerini bildiklerinden dolayıdır.
Rusya ve ABD arasındaki çelişkilerden yararlanarak ve denetiminde olan ÖSO adıyla da biraraya getirdiği çetelere dayanarak, Suriye pastasından en azından eski imparatorluk topraklarından bir parça kopararak pay almak isteyen bu faşist rejim, Rojava’ya karşı saldırganlığı arttırarak sonuç almaya çalışmaktadır. Bunda ne kadar başarılı olacaktır. Bu sorunun cevabı bölge üzerinde süregelen güç kavgasının alacağı yeni yörüngede gizlidir. Trump’un ABD’nin güçlerini Suriye’den çekeceği yönlü açıklamaları sonrasında TC Fırat’ın doğusu diye adlandırdığı Rojava’ya saldırmak için adeta gün saymaya başladı. Ama bunu gerçekleştirmenin öyle kolay olmayacağı kısa sürede görülmeye başlandı. Ne Rusya ve ne de ABD böylesi bir harekete henüz yeşil ışık yakmış değiller. Suriye’de çözümsüzlüğü derinleştirecek bu tür bir saldırının daha başlamadan uluslararası kamuoyundan büyük bir tepki aldığını da görmekteyiz. ABD ve Rusya önümüzdeki günlerde nasıl bir tavır alırlar, bölgesel çıkarlarını korumada ne tür manevralara girişirler, biraz daha netlik kazanacaktır. Şimdiden görünen TC’yi ve Kürt kartını kendi çıkarları için kullanmaya devam edeceklerdir. ABD’nin geri çekilmeyi zamana yayması ve bizzat Dışişleri Bakanı Pompeo’nun ağzıyla ‘Türklerin Kürtleri katletmesini önleyeceğiz’ biçiminde bir açıklamada bulunması, ABD’nin Rojava Kürtlerini kolay yem olarak kullanmak istemediğini göstermektedir. “Kürtler yine ihanete uğruyor” yorumlarının çoğalmasına yol açan bu gelişmeler, şimdilik Kürtler lehinde sürmektedir. ABD’nin bazı yetkilileri müttefiklerini ortada bırakmamak ve güvenlerini sarsmamak olarak da açıkladıkları bu manevralar, Suriye’de kendi çıkarlarını korumak için alanı sadece Rusya’ya terketmemek isteğinden kaynaklanmaktadır.
ABD, Afganistasn ve Irak deneyimlerinin aksine Rojava ve Kuzey Suriye’de başarı getiren müttefiklerle savaşmıştır. Kürtlerin ağırlığını oluşturduğu SDG, cihatçı çeteleri yenilgiye uğratmakla kalmamış, aynı zaman da toplumsal barışın temellerini de atmışlardır. Her ne kadar ABD’nin öncelik vermediği gelişmeler de olsa sonuçları bakımından dikkate almak zorunda kaldı. Uzun vadede bölgedeki çıkarlarını korumak amacıyla, istemeden de olsa bu ittifaka girdi. TC’nin argümanları ve NATO müttefikliğini öne çıkaran tüm çabalarına rağmen YPG ve SDG ortaklığında ısrar etmesi, bölgede Kürtlerin bir güç olarak giderek varlıklarını hissettirmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu şu anlama gelmektedir: Kürtler hesaba katılmadan bölgede yeni bir düzen kurulamaz. Bunu Rusya da anlamış durumda. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov yaptığı bir açıklamada “Kürtlerin bulundukları alanlarda iyi yaşamaları” gerektiğinden bahsetti. Nitekim Suriye rejimi de Kürtlerle anlaşmaya varmak için çabalarını arttırdı. Rojava’nın, Batı Kürdistan’ın eski tarzda idare edilemeyeceğini anlamış durumdalar. İnkara dayanan bir yaklaşımın bir geçerliliği artık kalmamıştır. Suriye’nin ayakta kalabilmesi için de Kürtlerin bir güç olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Ulusal, mezhepsel ve etnik ayrılıkların giderilmesi için de Rojava modeli dikkate alınmak zorundadır.
Suriye üzerinden bölgeye yapılan müdahalelerde Kürtler gözardı edilemeyecek bir rol oynamaya başlamışlardır. TC’nin korkusu da burada ortaya çıkmaktadır. Kürt meselesini barışçıl bir temelde çözmekten kaçmakta, bunun için de her alanda Kürtler lehine olabilecek gelişmelere müdahale ederek bilinen inkarcı politikasını yürütmektedir. Aslında burada tam da faşist karekterine uygun saldırganlık içerisine girmektedir. Öylesine bir noktaya gelinmiş ki, varlığını sürdürmek için Kürtlerin hiç bir alanda hak sahibi olmamalarını temel hedef haline getirmişlerdir. Kendilerine göre bir dış güçler terimi icat etmişlerdir.Bunun yanında dış güçlerle en çok işbirliği içerisinde olanlar da kendileri olmuşlardır. Bağırıp çağırma ile dış politika yürütülemeyeceğini çok geçmeden görmüş olacaklar ki Trump tarafından tehdit edilmeyi sineye çekmekle kalmamış ve önemli tavizler de vermişlerdir.
Rusya ve ABD arasındaki dengelere ve güç savaşına dayanarak Suriye üzerinde yol almak en son İdlip örneğinde görüldüğü gibi çıkmaz sokakta kaybolmakla karşı karşıya gelmiştir. Devşirdiği çeteler ve eski El-Nusracılar ile birlikte yürütmeye çalıştığı yeni oyunlar alıcısı olamayan bir satış olarak kalmıştır. Rusya’dan gelen son açıklamalarda İdlip’e operasyon sinyalleri verilmeye başlanmış ve TC’nin burada verdiği sözleri yerine getiremediği yüksek sesle söylenmeye başlanmıştır. Bu çeteler ve bütün dünya ve kendisinin terörist olarak gördüğü bu eski El-Nusra, yeni Tahrir-el-Şam çeteleri TC için bir tehdit oluşturmamaktadır. Çünkü bunların arkasında olduklarını inkar bile etmemektedirler. Varsa yoksa Kürtlerin kazanımlarını yok etmek için uğraşmaktadırlar. Bunu da sınır güvenliği gibi bir gerekçenin ardına sığınarak yapmak istemektedirler. Burada esas gayeleri Kürtleri topraklarından kopararak Kürtsüz bir sınır yaratmaktır. Yıllar önce Ermeniler ve diğer azınlıklar üzerinde uygulanan benzer bir politika, bu kez Kürtlere karşı uygulanmaktadır. Kürtler bugün bu politikaya karşı müthiş bir direniş gösterecek güç ve kararlılıktadırlar. Bu nedenle burada başarılı olmaları öyle kolay değildir.
Bölge üzerinde çeşitli çıkar çatışmalarında Kürtlerin yeniden oyunlara gelmemeleri için örgütlülüklerini ve diğer halklarla dayanışmalarını yükseltmeleri gerekmektedir. Trump’un geri çekilme kararını açıklaması ardından bazı Kürt çevrelerinin adres olarak AKP-MHP faşizminin başkenti Ankara’yı göstermeleri akıl tutulmasından başka bir şey değildir. Kürtlerin adresi bölge halkları ve onların özgürlük mücadelesidir. Halkların birlikte yaşayabilmeleri için de mevcut ortamdan yeni ve eski ittifaklardan yaralanmalıdırlar. TC ve İran’ın Kürdistan üzerindeki planlarının bozulması manevra gücünün genişlemesine bağlıdır. Demokrasi cephesi güçlendikçe, halkların birarada yaşama şansları daha da artacaktır.