Anadolu’lulu Bir Ermeni Komünist Anlatıyor

Anadolu’lulu Bir Ermeni Komünist Anlatıyor

1915 trajedisinin 100. Yılında gerçek tanıklıkları ve özgün bir yaklaşımı yansıtmak için, Kirkor Ceyhan’ın 2 kitabını tanıtmak istiyoruz: “Kapıyı Kimler Çalıyor?” ve “Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm”. Kirkor Ceyhan 1999’da kaybettiğimiz Sivas’lı bir büyüğümüz, bir ağabeyimiz. Tehcir sonrası Zara’ya geri dönen ve duvarcılık yapan Simon’dan, ve Horik Hatun’dan Zara’da dünyaya geldi. Liseyi orada okudu. Hayatı boyunca bir emekçi olarak çalıştı, terzilik yaptı. Gençliğinden itibaren materyalist dünya görüşüne ve sola yöneldi. TKP’nin emektar militanı Sarkiz Çerkezyan’ın yakın arkadaşı olan K. Ceyhan, 1950’lerde TKP çevresinde yer aldı, Marksizmi benimsedi. Ermeniliğini asla saklamadı, Ermeni halkının bu toprağa kattıklarıyla hep gurur duydu; ama her şeyden önce kendini Anadolu’lu bir aydın olarak gördü. Kendisini tanıdığımızda toprağının, Sivas’ın türkülerini herkesten iyi bildiğine, ve herkesten güzel söylediğine şahit olduk. Asimile olmadığı gibi “cemaat ruhu”na da itibar etmedi. Birçok Ermeni yurttaşımızın kimliğini korumak adına düzenli gittiği kiliseye, bir Marksist olarak adımını dahi atmadı, çocuklarını da göndermedi. Türkiye’li bir Komünist olarak Türk, Kürt ve Ermeni kardeşleriyle başı dik bir yaşam sürdü, ve öyle de öldü.

Kirkor Ceyhan'ın 'Kapıyı Kimler Çalıyor' ve 'Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm' isimli kitaplarıKirkor Ceyhan, “Kapıyı Kimler Çalıyor” da babası Simon’un günlüklerinden derlediği Tehcir anılarını bizlere aktarıyor. 1915 Tehciri’nden, bir Osmanlı binbaşısının ön ayak olması ile “Müslümanlığa geçerek” kurtulan Simon ve ailesi, Tehcir kafilesinden kaçmış bir Ermeni arkadaşlarını evlerinde sakladıkları için yakalanırlar ve ailece 1916’da tehcire tabi tutulurlar. Sivas’tan Urfa’ya kadar süren sürgün yolu boyunca Anadolu’nun o dönemki vahşet ve sefalet manzarasını bizlere aktarır Simon. Yolda annesini, yatalak kız kardeşini, ve bebeğini kaybeder. İşin özgün yanı Simon, yaşadığı tüm bu trajediye rağmen ne Türklere, ne Kürtlere hiçbir hınç beslemez. Kendilerine eşlik eden jandarmalar da, en az onlar kadar perişan ve zavallıdır; ve bu askerler köylerden zar zor buldukları ekmeği, önce muhafaza ettikleri Simon’un ailesiyle paylaşırlar. Yolculuğun sonuna doğru bu jandarmalardan ağlaşarak ve helalleşerek ayrılırlar. Urfa’ya vardıklarında ise devletin çöküşüne tanık olurlar: Güney (Filistin ve Suriye) cephesi çökmüş, on binlerce yaralı Urfa sokaklarına dökülmüştür. Ortadaki ölü ve yaralıların manzarası dayanılacak gibi değildir. Simon şu yargıya varabilecek kadar yüce gönüllüdür: “Hepsi Anadolu çocuğu olan bu askerlerin dramı ile biz Ermenilerin dramı birbirinden farklı değil. Hepimiz ortak bir trajediyi yaşıyoruz.” Devlet kontrolünün kaybolduğu o kargaşada aile kaçar ve Zara’ya geri dönüş başlar.

İkinci kitap, “Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm” ise, 1923 sonrasında dünyaya gelen genç Kirkor’un Zara ve Sivas’ta geçen çocukluk anılarıdır. Cumhuriyet kurulmuştur, Kirkor ilkokulda “Gazi Paşa” marşlarıyla büyümektedir. Eski Amerikan koleji binasına sığınan Ermeni nüfus oldukça azalmıştır. Okumuş bir insan ve 1915 öncesinde bir öğretmen olan Simon, duvarcılık yaparak ailesini, eşini ve 4 çocuğunu geçindirmektedir. Kitap, o yıllarda genç bir Ermeninin gözünden günlük yaşamı aktarmakta, o bölgede Türk, Kürt, Çerkez ve Ermeni kökenli (bir kısmı Müslümanlığa geçmiş) insanlar arasındaki günlük ilişkileri bize yansıtmaktadır. En ilginç yön, Zara’ya gelen mektuplardır. Bükreş’ten Adis Ababa’ya, Marsilya’dan Şikago’ya, New York’tan Bağdat’a kadar, dünyanın dört bir yanına savrulmuş Zara’lı Ermenilerin mektuplarıdır bunlar. Hepsi eski yurda duyulan özlemi, ve yeni ülkelerinde yaşadıkları sarsıntıyı dile getirmektedir. Şikago’da fabrikaya girmiş bir Zara’lı, mektubunda şöyle demektedir: “Bunlarda öyle fabrikalar var ki, her biri bizim Zara’yı içine alır!” Kitap, ABD’ye göçmüş bir Zara’lı Ermeni ile, Zara’da kalmış bir Türk arkadaşı arasında “eski bir hesabın kapatılması”nı anlatan ilginç, ve bir o kadar da göz yaşartıcı bir öyküyle sona erer.

Baştan aşağı Sivas-Zara ağzıyla ve oranın yerel deyimleriyle kaleme alınmış bu iki kitap, Türklerle ve Kürtlerle et ve tırnak gibi iç içe geçmiş bir halkın, Ermeni halkının içinden yükselen dürüst ve yiğit bir sesi bizlere ulaştırmaktadır. Ayrışmaya ve etnik nefrete değil, acıların ortaklığına ve halkların kardeşliğine vurgu yapan bu iki kitabı okuyucularımıza tavsiye ederken, değerli ağabeyimiz Kirkor Ceyhan’ın anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz.