“Seçim Hükümeti” mi, “Savaş Hükümeti mi?

“Seçim Hükümeti” mi, “Savaş Hükümeti mi?

Tüm okuyucularımızın ve temsil ettiğimiz siyasal çevreyi yakından izleyenlerin de tespit edebileceği gibi Politika Gazetesi Kürt ulusal sorununun çözümü konusunda ilkesel bir politik hat izlemektedir. Buna koşut olarak Kürt ulusal sorununun çözümü ile Türkiye’nin demokratikleşmesi olgularının ve tersi durumun bir birine sıkı sıkıya bağlı olduğunu savunmaktadır. “Savaşsız ve Sömürüsüz Bir Dünya” ana belgisini kendisine rehber edinmiş olan Politika Gazetesi, bu belginin anlamının Sosyalizm olduğunu, çünkü ancak ve ancak savaşların ve sömürünün nedenlerinin ortadan kalkması ile dünyanın savaşsız ve sömürüsüz bir niteliğe kavuşacağı gerçeğini yayın politikasının ve çalışmalarının merkezine oturtmuştur.

Bunun gereği olarak da Politika Gazetesi, bu mücadelenin güncel koşullarda karşılığı olan politikaları dikkatle izlemekte ve bütün gücüyle desteklemektedir. Başından itibaren HDK içinde yer almamız, HDP’nin oluşumundan önce çevremizin bulunduğu her yerde faal olarak BDP’de görev almamız, HDP’nin kuruluşu ile birlikte il, ilçe düzeylerinden Parti Meclisi’ne kadar yönetici organlarında yer almamız bu anlayışımızın bir ifadesidir. HDP Eş Genel Başkanı Sayın Selahattin Demirtaş’ın bir PM toplantısında “bugün burada oturabiliyorsak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katıldıysak ve genel seçimlere parti olarak katılma iradesini gösterebiliyorsak bunun bedelini bugüne kadar gerek Kürt Özgürlük Hareketi ve gerekse de Türkiye Devrimci Hareketi çok ağır ödemiştir. Bu bedelleri ödeyenlere karşı, binlerce düşen yoldaşımızın kanlarıyla yazdıkları tarihe karşı bir sorumluluğumuzun olduğunun bilincinde olmalıyız” mealindeki konuşması “nereden geldik, nereye gideceğiz” konusu hakkında devrimci bir perspektif ortaya koymuştur.

Selahattin Demirtaş, Mustafa Suphi’lerden devralınan bayrağın bugünlere taşındığını çeşitli kereler seslendirmiş, Mustafa Suphilerin, Deniz Gezmişlerin, İbrahim Kaypakkayaların, Mahir Çayanların mücadelelerini sürdürdüğümüzü ifade etmişti. Bu doğru ve güzel tespitler aynı zamanda kişilerin, kadroların, örgütlerin üzerine ciddi bir sorumluluk yükler. Biz bundan sonra da bunun gereğinin hassasiyetle ele alınmasından yanayız.

Parlamentoda yer almak ayrı bir şeydir, parlamentarizm çok farklı bir olgudur. Parlamento mücadelesinin beslendiği kaynak parlamento dışı mücadeledir. Belirleyici olan odur. Bu ikisinin uyumunu sağlamak ayrı bir meziyettir. Kantarın topuzunu hiç bir zaman elden kaçırmamak gerekir. Türkiye’nin işbirlikçi tekelci burjuvazisi HDP’nin gelişimini engelleyemedi, tüm çabalara rağmen 80 vekil ile TBMM’de yer almasını önleyemedi. AKP’nin tüm hesapları alt üst oldu. Ve bu alt üst oluş sadece ve sadece HDP tarafından belirlendi. HDP ise bu başarıyı Türkiye İşçi Sınıfının Devrimci Hareketinin 95, Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketinin de 40 yıllık mücadelesinin üzerine bina etti.

Devlet ve AKP, bugün 7 Haziran seçimlerinin intikamını Kürt halkından çıkarmanın savaşını veriyor. Daha seçimler öncesi, AKP’nin oy kaybedeceği anlaşılır anlaşılmaz, sözde çözüm sürecini tek taraflı olarak durduran, Abdullah Öcalan üzerinde 5 Nisan 2015 tarihinden, yani seçimlerden 2 ay önce tecrit uygulaması başlatan, seçim kampanyası sürecinde politik cinayetlere ve HDP bürolarına karşı 200’e yakın saldırıyı planlayanlar, seçimlerden sonra düğmeye basarak, onlara bu yenilgiyi tattıran güçlere ve halklara savaş açmışlardır. Siyaset ile yakından ilgilenmeyen ortalama insanlar dahi, Kürt il ve ilçelerinde, HDP’ye yüzde 60 ile yüzde 100 oy çıkan yerleşim birimlerinde, halkı imhaya yönelik bir terör uygulandığını görmektedirler. Bir yandan “devletin gücü” ispat edilerek Kürt halkı yıldırılmak istenmektedir, bu başarılamayacağı için ise halk zorunlu göçe zorlanmaktadır. İktidar 30-40 savaş jeti ile Kürt köylerini, mezralarını, ilçelerinin etrafını bombalamakta, varil bombaları ile yerleşim alanlarını ve çevrelerini imha etmekte, il ve ilçelerde ise tanklar ile ağır silahlar ve roketler ile savaş yürütmektedir. Bunu başlatan hükümet HDP oylarıyla düşürülen AKP Hükümeti olmuştur, sürdüren ise yine AKP’nin maharetiyle yürütülen senaryo sonucunda kurulan Seçim Hükümetidir. Genel Seçim öncesi parlamentodan geçirilip uygulamaya konan faşizan “Yeni Güvenlik Yasası” uygulayıcısı yine bu Seçim Hükümetidir. Bu iki güncel uygulamayı engelleyemiyor ve uygulamasını ortadan kaldıramıyorsan, bu suçlara sen de ortak oluyorsun demektir. HDP’nin kendisi bu nitelikte bir hükümeti “Savaş Hükümeti” olarak nitelendirmiştir. Dolayısıyla HDP listelerinden seçilen hiç bir vekilin böyle bir hükümette bakan olarak yer alması doğru değildir. HDP’nin, parti olarak politika ve uygulamalarını desteklemediği ve destekleyemeyeceği bir Hükümete katılması kendi politik ilke ve duruşuna terstir. Tuğrul Türkeş ve Yalçın Topçu gibi Gladio bağlantılı sicilli faşistlerin, Selami Altınok gibi devletin eli devrimci kanına bulaşmış derin güçlerinin temsilcisi polislerin ve tümü Kürt özgürlük mücadelesinin yeminli düşmanları olan unsurların temsil edildiği bir kabinede HDP’lilerin yeri olmamalıdır. Müzakere ve demokratikleşme süreci yürütülüyor olduğu farklı koşullarda görev alınması verili koşullara göre ayrıca değerlendirilebilecek bir olgudur. Belirli bir Ortak Hükümet Programı çerçevesinde oluşabilecek bir kabinede ilkeler korunarak ve seçmenin verdiği oyların hedefleri doğrultusunda görev alınması ile Erdoğan’ın ve devletin senaryoları sonucunda oluşan meşru olmayan bir hükümette görev almak aynı şeyler değildir. Seçim Hükümetine katılmanın “anayasal bir hak” olduğu söylemi de politik olarak tatmin edici bir söylem değildir. Birincisi; hangi Anayasa’dan söz ettiğimize bakmamız gerekir. İkincisi; 12 Eylülcü faşist generallerin Anayasası dahi çiğnenerek yürütülen bir seçim sonrası süreçten sonra “anayasal haktan” söz etmek bize çok doğru gelmemektedir. Cumhurbaşkanının, Davutoğlu’na seçimden 1 ay 3 gün sonra görev vermesi ve 45 günlük süre bitmeden oyalama ile geçen 40 günlük süre sonunda ikinci derecede fazla oy almış partiye görev vermemesi nasıl izah edilebilir. Bütün bu manevraları Cumhurbaşkanına yapma olanağı tanıyan Anayasa’nın haklarından mı bahsediyoruz. Bunu biz söylersek Erdoğan da tüm anti-demokratik uygulamalarını “Anayasa’nın Cumhurbaşkanına tanıdığı haklar” ile açıklama hakkına sahip olur.

Devlet, HDP’nin başarısını engelleyemediği için yeni bir manevra ile HDP’yi sisteme entegre etmeye çalışıyor. Halbuki HDP’nin yapması gereken seçim sürecinde ve sonrasında yaşanan politik gelişmeleri dikkate alarak Seçim Hükümetinin meşru olmadığını ilan etmek ve sine-i millete dönmektir. Parti olarak meşru sayılmayan uygulamalar sonucunda, bütünsel bir senaryonun parçası olarak oluşturulan bu hükümete katılmak doğru değildir. HDP açısından bunun pratiği ise 7 Haziran seçimlerinin meşru sonuçlarının devlet tarafından yok sayılarak, burjuvazinin bu çarpık demokrasi anlayışını halklar nezdinde deşifre etmek, 1 Kasım seçimleri için yerellerde bütün gücüyle, Türkiye’nin tüm barış ve demokrasi güçleri, onların siyasal örgütleri ile en geniş ittifakı sağlayarak oy oranını yükseltmek için aktif bir seçim kampanyası yürütmektir. Aktif bir seçim kampanyası, yerellerde Halkların Demokratik Meclisleri’nin oluşturulması, Demokratik Halk İktidarının nüvelerinin oluşturulması ve bu organlar ile seçim kampanyalarının yürütülmesidir.

Bazıları bizi “politik vizyonumuzun darlığı” ile suçlayabilirler. Politik vizyonun genişliği ve darlığı onun sınıfsal analizine bağlıdır. Biz, aktif, kıvrak, popüler ve güncel politikaya müdahale eden bir siyaset tarzına kesinlikle karşı değiliz. Belirleyici olan onun niteliği ve ilkeselliğidir, biçimi değildir.

Bu anlamda EMEP MYK’sının Levent Tüzel arkadaşımıza yapılan bakanlık önerisi ile ilgili olarak almış olduğu kararı da yerinde buluyoruz. Levent Tüzel yanlış yapmamıştır. Evet, kendisi HDP Milletvekilidir ve HDP PM üyesidir. Ancak buradan yanlış sonuçlar çıkarmamak gerekir. EMEP, HDP bileşeni değildir, HDK bileşenidir. Levent Tüzel, milletvekili kimliği ile PM’de görev almıştır. Burada asıl tartışılması gereken nokta HDK ve HDP ilişkisidir. Biz, bu konudaki çekincemizi defalarca yazılı olarak da dile getirdik. BDP’li vekillerin ve yöneticilerinin önemli bir bölümünün HDP’ye geçiş yapması ve BDP’nin DBP olarak farklı bir misyon ile çalışmalarını sürdürme kararı almasıyla, Kürt Özgürlük Hareketi HDK içinde temsilden yoksun kalmıştır. BDP, HDP’nin kurucu bileşeni idi. HDP ise HDK’nin siyasi partisi idi. HDP, HDK bileşeni değildir ve olamaz da. HDK, HDP’nin politikalarının belirlenmesinde ve kararlarının alınmasında temel karar organı olmalıdır. Çünkü HDK Meclis niteliğinde bir Kongre örgütlenmesidir. HDP ise yasal mevzuattan dolayı seçimlere girmek için kurulmuş bir partidir.

Şimdi, Levent Tüzel arkadaşımız örneğinden yola çıkarak “HDP bir bileşen partisi değil, bağlayıcı nitelikli kararlar alan homojen bir yapıya kavuşturulmalıdır, herkes temsil ettiği siyasi çevreyi bir kenara bırakıp HDP’lilik bilinci oluşturulmalıdır” eğilimi ortaya çıkarsa, bu HDK ile HDP arasındaki açıyı bir kez daha açacak ve HDK’yi işlevsiz, HDP’yi ise kuruluş amacından farklı bir niteliğe kavuşturacaktır. Burada nitelik kelimesinin altını kalın olarak çiziyoruz. İhtiyaç şudur. Kürt Özgürlük Hareketi, DBP veya oluşturulacak başka bir partiyle HDK bileşeni olmalıdır. HDK’nin parti olarak platformu HDP olmalıdır. Çeşitli siyasetlerden ayrılarak, ilişiğini keserek HDP’li bağımsız politik kişilikler olarak HDP’de görev yapan kadro ve yöneticiler, karar mekanizmalarına HDK’de bağımsız politik bireyler olarak katılmalıdır. HDP’de bağımsızlık kavramı olmamalıdır, HDK kararlarına bağımlılık olmalıdır. Bu yaklaşım, HDK bileşeni olan bağımsız bireylerin HDP’de çalışmalarının, görev almalarının önünde bir engel değildir. Bu durumda HDK ve HDP Eş sözcü ve başkanlarının aynı arkadaşlar olması da bir sakınca doğurmayacaktır. HDK ve HDP’de aynı konularda ayrı komisyonlar oluşturulmasına gerek kalmayacak, yerel çalışma ve örgütlenme çalışmaları HDK bünyesinde yürütülecek, yerel, merkezi ve parlamenter siyasi temsil HDP üzerinden olacaktır. Bu durumda HDK’nin daha da genişleyerek, gerek toplumsal gerekse de siyasi temsil anlamında yerel meclislerinin oluşması ve oluşmasının ötesinde gelişme perspektifi ile örgütlenme çalışmalarının başarılı olması sağlanabilecektir.

Politika Gazetesi Yayın Kurulu, yerel temsilcileri ve çevresi, 1 Kasım seçimlerinde HDP’nin oy oranının artması için elinden gelen bütün çalışmaları gerçekleştirecektir. Aynı şekilde meşru 7 Haziran seçimlerinin yok sayılmasının bir sonucu olarak, sadece parlamento seçimlerini temel almamak gerektiği, aslolanın işçi sınıfının ve emekçi halkların yığınsal direnişinin örgütlenmesi olduğu gerçeğinden yola çıkarak HDK’nin yerellerde, semt ve mahallelerde, halk ve işçi meclislerinin oluşum ve gelişimine azami katkıyı verecektir. Aynı süreçte, amasız ve fakatsız olarak Kürt halkına karşı yürütülen savaşın karşısında olacak, asıl şimdi Kürt halkı ve özgürlük güçleri ile aktif dayanışmanın güçlendirilmesi için üzerine düşen siyasi görevleri yerine getirecektir. Bu temelde Barış Bloku içinde yürüttüğü çalışmaları güçlendirecek, yerel temsilciliklerimizin katkılarının artmasını sağlayacaktır. Barış Bloku’nun uluslararası alanda Barış Platformlarında temsilinin sağlanması için tüm ilişkilerini seferber edecektir. Politika Gazetesi soyut “ateşkes” çağrıları ile değil, Kürt halkına karşı yürütülen imha savaşına karşı meşru direnişin gerekçelerinin ortadan kaldırılması için barış mücadelesine somut katkı sunacaktır.

Politika


Konuyla ilişkili diğer makaleler