“Döğüşenler Ölenlerin Tutmaz Yasını…”

“Döğüşenler Ölenlerin Tutmaz Yasını…”

‘Tarih sınıfların mücadelesidir’ dedi.

Aşılmaz denilen kalenin kalın duvarlarını delip, küçük bir kayıkla yeni bir dünyaya doğru yelken açtı. Yaşamı, geleceği, aşkı ölümsüz, sabırlı bir dirençle gecenin yıldızlarına taşıdı. Savaştı, öğrendi, öğretti…  Enternasyonal işçi hareketinin idealine bilinçle bağlandığı bu ülkede hep konuk saydı kendini.

Sabahın ala şafağında değişik ülkelerden gelen delegasyonun coşkusu, Mart ayının delici soğuğuna rağmen doruk noktasındaydı. Enternasyonal’in 1919 Birinci kurultayında O, “Dünya devriminin geleceğinde Türkiye Proletaryası saygın bir yer tutacaktır. Biz, Türkiye Proletaryasının bütün gücünü dünya toplumsal devriminin gelişmesini desteklemek yönünde kullanacağına inanıyoruz” derken, göğe yükselen alkışlar o dost ülkeden Anadolu’nun şehirlerine, işçi semtlerine, işgale karşı direnen yüreklere coşkun bir su gibi yayılıyordu.

OnbeşlerGemiciler geliyordu İstanbul limanından, esir askerlerin acıları yeni bir mücadeleye doğru alevleniyordu. Suphi’nin etrafını sarmıştı hepsi söylevini dinlemek için. Sözleri sanki külleri arasından yeniden çıkan bir kitap gibi ulaşıyordu Anadolu’nun bozkırına, ovalarına, dağlarına. Rusya’da bulunan birçok Türk komünist hedefine yönelmiş bir mızrak gibi hazırdı. Suphi onları yönlendiriyor, işgal altındaki yurduna girmelerini sağlıyordu. Komünistler savaş giysilerini ilk giyenlerdi müdahalecilere karşı, onlar en öndeydiler… Esaretin çarkını durdurmaya yönelik partizanca direniş, bütün ikiyüzlü engellemelere rağmen ülkenin sağduyulu yüreklerine ulaşıyordu.

Ülkesinin masmavi gökyüzünü düşünüyordu. Yoksul bozkırı, işgal altındaki limanda kurşuni takaların hep bir ağızdan kardeşçe taa Ege’nin, Anadolu’nun içlerine uzanan dayanışmasını… Dönmeye hazırlanıyordu Suphi. Anadolu halkının Kurtuluş Savaşı boyut kazanmış, Ege’den, İstanbul limanlarından harekete geçen halk; Ekim devriminin de etkisiyle sömürü ve baskının her biçiminden kurtulmanın bilincine varıyordu. Ülkede Sovyetler Birliğinin sempatisi her geçen gün artıyordu.

İşgale karşı gök gürültüsü gibi patlayan halkın, çıkar guruplarınca önü kesilmek isteniyordu. 1920’de Burjuva-Ağa hükümeti kuruldu. Partizan güçlerinin önü kesilerek kurtuluş hareketinin başına geçmek, mücadeleyi sadece işgale karşı savaşım sınırları içinde tutma çabaları artıyordu. Bu kaypak tutuma karşı işçi-köylü kitlelerinin gerçek kurtuluş seçeneğini göstermek gerekiyordu.

“Egemenlik aşağıdan, hayatın içerilerinden, döğüşen emekçi halkın katılımıyla kurulmalıdır” diyordu Suphi… Çevresi bir çember gibi örülüyor, safları sıklaşıyordu. Sözü gerçeklik kabul edilmiş, halk yargısını vermişti… “Türkiye İşçi, Köylü ve Askerin iktidarı”

***

Rusya’da İşçi-Köylü iktidarı genişliyordu. Bakü işçileri Sovyet egemenliğini ilan etti. Buna Türkiye gönüllüleri de katıldı. Karanlık setler bir bir devriliyor, Anadolu’ya açılan dağların sınırlarına yaklaşılıyordu. Suphi Mayıs’ta Bakü’deydi. Artık yeni bir savaşım süreci başlıyordu. Türkiye Komünist Partisi Kurultayı toplanacaktı. Eylül ayında hazırlıklar tamamlandı.  Yabancı işgale karşı direnen İstanbullu işçiler, Anadolu illerindeki komünist guruplar, Rusya’daki Türkiyeli komünist gurupların birliği kurultayın asli unsuruydu… Kurultay Türkiye komünistlerini güçlendirdi. Özgürlük ve devrim mücadelesine yeni bir güç aşıladı. Türkiye Kurtuluş mücadelesi yeni bir boyut kazanmıştı. Fakat Türk Burjuva-Derebeyi hükümeti emekçiler üzerinde baskıyı arttırıyor, din ve milliyetçilik duygularını halkın geri kalmış tabakalarına aşılıyordu.

Suphi bu koşullarda yurda dönmeye karar verdi. Artık komünistlerin öncü müfrezesinin yurtta olması bir zorunluluktu.

Yüreklerdeki coşku bir halkın ayaklanması gibiydi. Müdahalecilere karşı savaşta yer almak için, Bakü’den gönüllüler alayı, Kızıl Alay ile Türkiyeli komünistlerin başında yola çıktı Suphi. Ülkesi bir isyanın eşiğinde titriyordu. Halkıyla buluşması yurdunun yazgısını belirleyecekti. Göğüs göğüse vuruşarak bir uçurumun kıyısından özgür ve eşitlikçi geleceğin şafağına varacaktı… Kızıl Alay çeşitli engeller nedeniyle ülkeye ulaşamadı. Suphi TKP MK üyeleri ve bazı yoldaşlarıyla yoluna devam etti.

Orada, yurdunun topraklarında halk milislerine, komünistlere karşı karanlık bir ağ örülmüştü. Devrim inancıyla yurduna ayak basan komünistler daha ilk adımda Ankara Hükümetini telaşa düşürmüştü. Doğu Orduları Komutanlığına verilen emir gelenlerin Ankara’ya bırakılmamasıydı. Talimat açıktı…

Yurdunun göklerine ulaşan komünistler sinsi kalleşliği sezmedi. Yağmur ezgisini sessizce mırıldanıyordu. Onlarsa gökyüzünde uyuyan o güneşe değmek istiyorlardı. Sonra tutunup rüzgara bir filiz olup yeşermek için yarına… Toprak damlı daracık yoksul pencerelerin önünden bilinmez sokaklara yönlendirildiler. Din ve Türklük söylemi üzerinden kalleş bir barbarlığa doğru yolları belirlendi. 28 Ocak 1921 akşamı Trabzon’a vardılar. Ordu güçlerince yolları kesildi. Silahları alındı. Kelepçelendiler. Önlerinden düşman belleten dedikodular yayılıyordu halkın içine. Sonu gelmez işkence ve aşağılamalarla dirençleri kırılmak isteniyordu… Egemenler öldürmekle yetinmeyecekti. Komünistlerin inancını öldürmek istiyorlardı ilkin. Onlardan yılgınlık göstermelerini bekliyor, kendilerini çürütmeleri hedefleniyordu. Anadolu’yu saran toplumsal kurtuluş ateşini böyle söndüreceklerini düşünüyorlardı. Güçlü bir inancı, engin bir bilinci yok edemeyeceklerini bilmiyorlardı henüz…

Komünistler önceden hazırlanmış motorlu bir sandala bindirilirken ölümden çok, ülkesini, inandığı idealleri düşündüler. Kalabalığın önünde komünist inançlarından vazgeçmelerini boşuna beklediler. Dünyada onlara bunu yaptıracak bir işkence türü yoktu. Bu sınava hazırdılar… Dimdik yürüdüler sandala. Işığı karanlıktan çarpışarak ayıracaklardı. Tanıkları tarihti artık… Sandal açıldı karanlık sulara. Başka bir motor sesi duyuldu ilkin, sonra süngü şakırtıları ve silah sesleri… Hiç birinin başı eğilmedi önlerine. Cellatlarının amansız silahlarına çıplak göğüsleriyle karşı durarak yürüdüler ölüme…

Onlar bu ülkenin en cesur savaşçılarıydılar. Nakış gibi işlediler hünerlerini bu topraklara.

15’ler insan aklının en engin mirasını bırakarak gittiler ölüme. Egemenler, onların hayatlarını adadığı davayı yüzyıl geçmesine rağmen söndüremediler. Mustafa Suphi’nin söylediği gibi; ne hapis, ne kan, ne ateş sosyal kurtuluş ve demokrasi hareketini durduramaz…”


Konuyla ilişkili diğer makaleler