Çiftlik Bank Vakası ve Diktatörlük Dönemlerinde Yozlaşmanın Politik Sonuçları
Olağanüstü siyasi baskıların, yasakların yoğun yaşandığı dönemlerde toplumsal yozlaşmanın sonucunda o toplumun tüm katmanlarında – özellikle sömürü mekanizmasının içinde olanlarda, siyasi iktidarın çevresinde yer edinenlerde ve sistemin siyasi örgüt ve partilerinde – ahlaki çöküntün yanında cahilleşme ve çürümüşlük öyle hızlı ve etkili gelişir ki kısa yoldan köşeyi dönmek, birilerinin omzuna basarak yükselmek, başarıyı hak edenleri paçasından tutup aşağıya çekmek isteği artık toplumun çoğunluğuna sirayet eder. Hatta bu yozlaşma, kendini solda ifade edenlerde de zafiyet yaratarak sol ve sosyalist yapılarda zayıflama, pasifizm, ideolojik sapma yaratarak somutlaşır.
Bu toplumsal yozlaşma sonucu, bırakın birbirinden uzakta olanları, komşuluk ilişkileri bile bozulur; güvensizlik ve korku kapıları sıkı sıkı kapatır. Aynı işyerinde, aynı fabrikada, aynı maden ocağında çalışıp aynı patron tarafından sömürülen emekçiler arasında bile ortak bir dili, dayanışma kültürünü yaratmak ve yaşatmak oldukça zorlaşır. Bu durumda, komşuları, mahalle bakkalını, işçileri, emekçileri, yoksulları, işsizleri, evsizleri harekete geçirmek, bilinçlendirmek, örgütlemek isteyen siyasi örgüt ve partilerin – ideolojik ve politik tespitleri, programları ne kadar doğru olursa olsun – önce ortak, anlaşılır bir dil kullanarak doğru ve etkili araçları bulmalı ve doğru kullanmalı.
Nitelikli dolandırıcılık dediğimiz sahtekarlıklar da yine bu zor, baskıcı süreçlerde yoğun olarak görülür. Bu nitelikli dolandırıcılara parasını, malını, mülkünü kaptıranlar da yine bu baskıcı sistemin çarkı içinde olanlar ya da bu koşulları fırsata çevirmek isteyenlerdir. Bunun bilinen en somut ve çarpıcı örneği, 1980 Askeri faşist darbenin başlarında yaşanan BANKER KASTELLİ vakasıdır. Neo-liberal politikaların (24 Ocak Kararları) askeri zor ve baskı ile hayata geçirildiği bu süreçte Cevher Özden adlı nitelikli bir dolandırıcı, öyle bir kısa yoldan köşeyi dönme furyası yarattı ki parasını kaptıranlar arasında hakimler, savcılar, vali ve kaymakamlar, emniyet müdürleri; kerli ferli generaller, milletvekilleri vardı. Bu dolandırıcıya para kaptıranlar aptal değildi. Tam aksine, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, köşe dönmeci, kurnaz kişilerdi.
Doksanlı ve iki binli yıllarda bu çürümüşlüğün, dolandırıcılığın bir örneği ise JET FADIL (Fadıl Akgündüz) vakası idi. Bu dolandırıcıya parasını kaptıranlar da yine 1980 darbesinin yarattığı yozlaşmadan nasibini alan, köşe dönmeci dindar - dinci siyasetin temsilcileriydi. Sözünü ettiğimiz bu iki nitelikli dolandırıcılık vakasında da devletin aygıtları ve desteği çok netti. Geçen ay yaşanan ÇİFTLİK BANK vakası da bu kokuşmuşluğun daha da artarak devam ettiğinin somut örneğidir. Devlet yetkilileri, geçen hafta yaptıkları açıklama ile yirmiye yakın benzeri nitelikli dolandırıcılık şirketinin varlığından söz ettiler.
Bu dolandırıcılığa tepki gösterenlerin çoğu, gerek ikili konuşmalarda gerek sosyal medya üzerinden yazdıklarında, bu nitelikli dolandırıcıya parasını kaptıranların aptal olduğunu; bu aptallığa akıl sır erdiremediklerini dillendirdiler. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, parasını kaptıran bu kişiler aptal değil, karşısındakini aptal zanneden; kısa yoldan, emek harcamaksızın köşeyi dönmek isteyen kurnaz kişilerdir. Yani, dolandıran da dolandırılanlar da tam da bu sömürü sisteminin nitelikli emek hırsızlarıdır. Şimdi size şöyle bir soru sorsalar, deseler ki ÇİFTLİK BANK’a para kaptıranlar mı yoksa Kılıçdaroğlu’nun EKMELEDDİN kartına aldananlar mı aptal? Yanıtınız ne olur?
Buraya kadar anlattıklarımız, sistemin tam da içinde olanların, oradan beslenenlerin yozlaşma ve çürümüşlüğünün örnekleriydi. Bu tür vakaların sayısı o kadar çok ki istersek SÜLÜN OSMAN misali yüzlercesini sıralayabiliriz. Ancak bu yozlaşma ve çürümüşlüğün diğer bir ayağı da siyasi dolandırıcılıktır. Yine bu baskıcı, yasakçı dönemlerde bir de siyasi dolandırıcılar ortaya çıkıp – EKMELEDDİN vakasında olduğu gibi- tüm toplumun hayallerini, geleceğini çalarlar ki bu dolandırıcılık, diğerine göre daha acı vericidir. Çünkü birinci dolandırıcılar sadece kişilerin parasını, çalar, sadece o kişiye zarar verirken siyasi dolandırıcılar ise tüm toplumun geleceğini, birikimlerini, hayallerini çalar. İkincisinin yaralarını sarmak, haksızlık yapan siyasileri yargılayıp onlardan hesap sormak çok daha zor olacaktır. Bizim gibi ülkelerde siyasi hırsızlardan hesap sormak hiç mümkün olamamıştır zaten.
Biz komünistler, sosyalistler açısından en acı verici olan ise kendini sol-sosyalist cenahta ifade eden siyasi dolandırıcıların emek hırsızlığıdır. Türkiye işçi sınıfı ve devrimci mücadele tarihinin değişik dönemlerinde de bu siyasi dolandırıcılık vakaları yaşanmakla birlikte, anti-faşist mücadelenin başlatılması, ”anti-faşist cephe” nin – küçük hesaplar yapılmaksızın- acilen kurulması gereken günümüzde, bazı ŞEFLER, kurtarıcı rolünde ortaya çıkıp büyük laflar etmeye başladılar. Bunlardan biri, geçen ayın başında partisinin Ankara’daki kongresinde yaptığı konuşmada, CHP ve HDP dışındaki sol ve sosyalist örgütler bir araya gelmeli, diyerek; Kürt Özgürlük mücadelesini sürdüren devrimcileri, HDP bileşeni olan sol-sosyalist örgütleri, HDK bileşeni olan sol-sosyalist örgütleri, işçi sınıfı içindeki- az da olsa- dinamikleri yok sayıyor. İnsana sormazlar mı, kırk yıldır savunduklarınız, söyledikleriniz doğru ise niye bir adım ilerleyemediniz, niye kitleleri harekete geçiremediniz? Bu konuşmanız, yine toplumsal muhalefetin oluşturulmasına bir engel koyma niyetini göstermiyor mu?
Bir başka acı vaka ise geçen hafta Kadıköy’de yaşandı. İşçilerin partisini kuruyoruz (4.TİP), kim olursan gel kardeşim, çağrısı ile yapılan ve gözbebeğimiz, geleceğimiz olan genç sosyalistlerin çoğunlukta olduğu kuruluş toplantısına katıldığımda, hayal kırıklığından öte, bir sosyalist olarak kahroldum. Çünkü ittihatçıların “KAHROLSUN İSTİBDAT, YAŞASIN HÜRRİYET” sloganıyla yankılanan toplantının hiçbir aşamasında, hiçbir konuşmacı, işçi sınıfının mücadele tarihinden ve işçi önderlerinden söz etmedi. Partinin kurucularından ve son Genel Başkanı BEHİCE BORAN adı –itinayla- kullanılmadı. Hatta T.C. kurucularına methiyeler dizilip bu kapitalist sistemin kurucularının yoksul çocukları olduğu belirtildi. Buradan nereye varılmak istendi bilemem ama FEYTULLAH GÜLEN de TAYYİP ERDOĞAN da –bildiğimiz kadarıyla- yoksul çocuklarıdır. Ancak şunu iyi biliyoruz ki içinde yaşadığımız bu sömürü düzenini kuranlar, MUSTAFA SUPHİ’leri katledenler, Osmanlı hazinesini yağmalayan İttihatçı paşalardır; Ermenilerin, Trakya ve İstanbul Rumlarının malına mülküne el koyanlardır, mütegallibe tüccar sınıfıdır; CELAL BAYAR, ADNAN MENDERES gibi toprak ağalarıdır. Bütün bunları söyleten ise bir başka ŞEF olabilir mi acaba? Bu yazımdaki dilin sertliğine değil, bu likidasyoncu, dışlayıcı, elitist dolandırıcılığa kızın lütfen. Yeter artık, demenin başka yolu da yok bence.
K….OĞLU, M…OĞLU… Ç….OĞLU. Bu siyasi dolandırıcılıkta bu adların benzerliği tesadüf olsa gerek…